15 Eylül 2014 Pazartesi

ATATÜRK VE EĞİTİM

Bugün okullar açıldı. 16 milyonun üzerinde çocuğumuz, gencimiz okula başladı. Bu önemli günde eğitim politikaları ile ilgili olarak ne siyasi partilerden ne de aydın geçinen yazarlardan esaslı bir görüş duymadık. Oysa eğitim bir ülkenin en önemli konusudur ve ülkeleri ayakta tutan da yıkan da uyguladığı eğitimdir.

9 Eylül 1922 tarihinde ordularımız İzmir’e ulaşır ve kesin zaferi ilan eder. Mustafa Kemal de İzmir’dedir. Çevresindekiler ona, “Çok yoruldunuz Paşam, herhalde çiftliğinize çekilir dinlenirsiniz” der. Onun cevabı ise aynen şöyledir:

“Hayır asıl savaş şimdi başlayacak. Bu savaş, cahilliğe ve gericiliğe karşı yapılacaktır...” Ve devam eder:  “En mühim, en esaslı nokta eğitim meselesidir. Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, müstakil, şanlı yüksek bir cemiyet halinde yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder...”

Ve dediğini yapar ve cehalete, gericiliğe karşı savaşı başlatır. Bu savaş belirli ilkeler doğrultusunda yürütülür. Bu ilkelerin ilki eğitimin milli olmasıdır. Eğitimin milli olmasının gereğini şu cümlelerle anlatır.

“Ben burada yalnız yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, yeni nesle vereceği eğitimin Millî Eğitim olduğunu kesinlikle ifade ettikten sonra, diğerleri üzerinde durmayacağım. Yalnız işaret etmek istediğim manayı kısa bir misal ile izah edeceğim:
Efendiler! Yeryüzünde üç yüz milyonu aşkın Müslüman vardır. Bunlar ana, baba, hoca eğitimiyle eğitim ve terbiye almaktadırlar. Ancak üzülerek söylüyorum gerçek hâdise şudur ki, bütün bu milyonlarca insan kütleleri şunun veya bunun esaret zincirleri altındadır.
Aldıkları manevî eğitim ve ahlâk onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetini verememiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin hedefi millî değildir”

Başka bir konuşmasında eğitimin milli olmasının önemini şöyle anlatır:

“Türkiye’nin eğitim politikasının her derecesini, tam bir netlik ve hiçbir tereddüde yer vermeyen açıklık ile ifade etmek ve uygulamak lazımdır. Bu politika, tam anlamıyla millî bir mahiyette tayin olunabilir.
İlk mekteplerde eğitimin ilk ve son maksadı; çocukların, millî hayata layıkıyla intibak etmeleridir. Eğitimde Türklük ve Türk vatanı esas mihveri teşkil etmelidir. Çocuklarda millî hislerin beslenmesi ve kuvvetlenmesi için her fırsattan istifade edilmelidir.”

İkinci ilke, eğitimde birliğin sağlanmasıdır. Atatürk’ün benimsediği eğitimin, milli niteliklere sahip ve başarılı olabilmesi için her şeyden evvel öğretimde birliğin olması gerekir.  Bu amaçla, 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak Milli Eğitimde birlik, bütünlük sağlanmıştır. Medrese ve okullar Maarif Bakanlığına bağlanmış; tekkeler, türbeler, zaviyeler kapatılmıştır. Yabancı ve azınlık okulları devlet kontrolüne girmiştir. Böylece, daha önce mektepli ve medreseli olarak ikiye bölünmüş olan toplumun sosyal bütünleşmesi ve çağdaşlaşması, eğitimin bilimsel temellere dayalı olmasının ilk adımı atılmıştır.

Üçüncü ilke eğitimin pratik olmasıdır. Bu konudaki düşünceleri de şöyledir:

“Çocuklarımıza öyle bir eğitim, öğretim, ilim ve irfan vermeliyiz ki, ticaret, tarım, sanat alanlarında yararlı, etkin, faal uygulayıcı olsunlar. İlk ve ortaöğretim bu esasa göre düzenlenmelidir.”
“Eğitim ve öğretimde uygulanacak yol, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir zorbalık vasıtası, yahut medenî bir zevkten ziyade, maddî hayatta başarılı olmayı temin eden pratik ve kullanılması mümkün bir araç hâline getirmektir. Milli Eğitim Bakanlığı bu esasa önem vermelidir.
Uygulamaya dayanan ve yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde modern kütüphâneler, bitki ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuarlar, atölyeler, müzeler, sergi salonları kurmak lâzım geldiği gibi, kaza merkezlerine kadar bütün memleketin, matbaalarla donatılması icap etmektedir.”

Dördüncü ilke eğitimde aklın ve bilimin esas alınmasıdır. Atatürk, Türk eğitim felsefesinin temeline bilimi, akılı ve fenni koymuştur. Bu da Atatürkçü düşünce sisteminin katı bir doktrin olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Kendisi de bunu çok veciz bir şekilde anlatmıştır:

“Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim açmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen eremediğimizi; fakat asla ödün vermediğimizi akıl ve bilimi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğimi iddia etmek aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra benimsemek isteyenler; bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”

Beşinci ilke, eğitimin yaygınlaştırılması ve halkın aydınlatılmasıdır. Bu amaçla, ilk ve orta eğitim kurumlarının sayısı artırılmış; millet mektepleri kurulmuş, eğitmen ve öğretmen yetiştirilmiş; halk evleri kurularak ülke içinde yaygınlaştırılmıştır. Şehir ve kasabalarda bulunan halk evlerinin faaliyetlerinde yürütülen faaliyetleri şöyle sıralamak mümkündür: Dil ve edebiyat, güzel sanatlar, tiyatro, spor, sosyal yardım, tarih ve müze çalışmaları, kütüphane ve yayın, halk Dershaneleri ve kursları, köycülük.

Atatürk’ün önem verdiği bir hususta yüksek öğrenimdi. Atatürk Darülfünun'dan beklediği atılımları göremeyince üniversite reformu yapmaya karar verdi. Darülfünun'a tepki olarak Ankara'da Hukuk Mektebi'ni açtı ve bunu daha sonra Hukuk Fakültesi'ne dönüştürdü. Hukuk fakültesinden başka, Hukuk Fakültesinden başka; Musiki Muallim Mektebi, Ankara Yüksek Ziraat Mektebi, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü, Dil ve tarih, Coğrafya Fakültesi açıldı. Bunları yeterli bulmayan Atatürk, Darülfünun’u kapatarak İstanbul Üniversitesini kurmuştur.


Cumhuriyetin ilk yılları başlatılan bu eğitim hamlelerinin temel amacı,  bilgili, sorgulayan, araştıran, eleştiren, ulusal bilince sahip, ulusal değerleri korumaya azimli bir gençlik yetiştirmekti; bunda da başarılı olunmuştur. Maalesef, son yıllarda Atatürk’ün etkisini her alanda silmeye çalışan ve Osmanlı hayranlığı içinde gelişen politikalar sonucu eğitimimiz de giderek millilikten ve bilimsellikten uzaklaşmaktadır. Bir yandan liberal liboşlar, diğer yanda teokratik devlet özlemi içinde olanlar eğitimimizi Atatürk ilkelerinden uzaklaştırmaktadır. Ulusunu seven, onun müreffeh ve güçlü olmasını isteyen herkesin bu kötü gidişe dur demesi gerekir. 

Hiç yorum yok: