ATATÜRK VE EĞİTİM
Bugün okullar açıldı. 16 milyonun üzerinde çocuğumuz,
gencimiz okula başladı. Bu önemli günde eğitim politikaları ile ilgili olarak
ne siyasi partilerden ne de aydın geçinen yazarlardan esaslı bir görüş
duymadık. Oysa eğitim bir ülkenin en önemli konusudur ve ülkeleri ayakta tutan
da yıkan da uyguladığı eğitimdir.
9 Eylül 1922 tarihinde ordularımız İzmir’e ulaşır ve kesin
zaferi ilan eder. Mustafa Kemal de İzmir’dedir. Çevresindekiler ona, “Çok
yoruldunuz Paşam, herhalde çiftliğinize çekilir dinlenirsiniz” der. Onun cevabı
ise aynen şöyledir:
“Hayır asıl savaş
şimdi başlayacak. Bu savaş, cahilliğe ve gericiliğe karşı yapılacaktır...” Ve
devam eder: “En mühim, en esaslı nokta eğitim
meselesidir. Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, müstakil, şanlı yüksek bir
cemiyet halinde yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder...”
Ve dediğini yapar ve cehalete, gericiliğe karşı savaşı
başlatır. Bu savaş belirli ilkeler doğrultusunda yürütülür. Bu ilkelerin ilki
eğitimin milli olmasıdır. Eğitimin milli olmasının gereğini şu cümlelerle
anlatır.
“Ben burada yalnız
yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, yeni nesle vereceği eğitimin Millî Eğitim
olduğunu kesinlikle ifade ettikten sonra, diğerleri üzerinde durmayacağım.
Yalnız işaret etmek istediğim manayı kısa bir misal ile izah edeceğim:
Efendiler! Yeryüzünde
üç yüz milyonu aşkın Müslüman vardır. Bunlar ana, baba, hoca eğitimiyle eğitim
ve terbiye almaktadırlar. Ancak üzülerek söylüyorum gerçek hâdise şudur ki,
bütün bu milyonlarca insan kütleleri şunun veya bunun esaret zincirleri
altındadır.
Aldıkları manevî
eğitim ve ahlâk onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetini
verememiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin hedefi millî değildir”
Başka bir konuşmasında eğitimin milli olmasının önemini
şöyle anlatır:
“Türkiye’nin eğitim
politikasının her derecesini, tam bir netlik ve hiçbir tereddüde yer vermeyen
açıklık ile ifade etmek ve uygulamak lazımdır. Bu politika, tam anlamıyla
millî bir mahiyette tayin olunabilir.
İlk mekteplerde
eğitimin ilk ve son maksadı; çocukların, millî hayata layıkıyla intibak
etmeleridir. Eğitimde Türklük ve Türk vatanı esas mihveri teşkil etmelidir.
Çocuklarda millî hislerin beslenmesi ve kuvvetlenmesi için her fırsattan
istifade edilmelidir.”
İkinci ilke, eğitimde birliğin sağlanmasıdır. Atatürk’ün
benimsediği eğitimin, milli niteliklere sahip ve başarılı olabilmesi için her
şeyden evvel öğretimde birliğin olması gerekir. Bu amaçla, 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat
Kanunu çıkarılarak Milli Eğitimde birlik, bütünlük sağlanmıştır. Medrese ve
okullar Maarif Bakanlığına bağlanmış; tekkeler, türbeler, zaviyeler
kapatılmıştır. Yabancı ve azınlık okulları devlet kontrolüne girmiştir. Böylece,
daha önce mektepli ve medreseli olarak ikiye bölünmüş olan toplumun sosyal
bütünleşmesi ve çağdaşlaşması, eğitimin bilimsel temellere dayalı olmasının ilk
adımı atılmıştır.
Üçüncü ilke eğitimin pratik olmasıdır. Bu konudaki
düşünceleri de şöyledir:
“Çocuklarımıza öyle
bir eğitim, öğretim, ilim ve irfan vermeliyiz ki, ticaret, tarım, sanat
alanlarında yararlı, etkin, faal uygulayıcı olsunlar. İlk ve ortaöğretim bu
esasa göre düzenlenmelidir.”
“Eğitim ve öğretimde
uygulanacak yol, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir zorbalık vasıtası, yahut
medenî bir zevkten ziyade, maddî hayatta başarılı olmayı temin eden pratik ve
kullanılması mümkün bir araç hâline getirmektir. Milli Eğitim Bakanlığı bu
esasa önem vermelidir.
Uygulamaya dayanan ve
yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde modern kütüphâneler,
bitki ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuarlar, atölyeler, müzeler,
sergi salonları kurmak lâzım geldiği gibi, kaza merkezlerine kadar bütün
memleketin, matbaalarla donatılması icap etmektedir.”
Dördüncü ilke eğitimde aklın ve bilimin esas alınmasıdır. Atatürk,
Türk eğitim felsefesinin temeline bilimi, akılı ve fenni koymuştur. Bu da
Atatürkçü düşünce sisteminin katı bir doktrin olmadığı gerçeğini ortaya
koymaktadır. Kendisi de bunu çok veciz bir şekilde anlatmıştır:
“Ben manevi miras
olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural
bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım
bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim açmak zorunda olduğumuz çetin ve
köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen eremediğimizi; fakat asla
ödün vermediğimizi akıl ve bilimi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
Zaman süratle
ilerliyor. Milletlerin, toplumların kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları
bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğimi iddia
etmek aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur.
Benim Türk milleti
için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra
benimsemek isteyenler; bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini
kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”
Beşinci ilke, eğitimin yaygınlaştırılması ve halkın
aydınlatılmasıdır. Bu amaçla, ilk ve orta eğitim kurumlarının sayısı
artırılmış; millet mektepleri kurulmuş, eğitmen ve öğretmen yetiştirilmiş; halk
evleri kurularak ülke içinde yaygınlaştırılmıştır. Şehir ve kasabalarda bulunan
halk evlerinin faaliyetlerinde yürütülen faaliyetleri şöyle sıralamak mümkündür:
Dil ve edebiyat, güzel sanatlar, tiyatro, spor, sosyal yardım, tarih ve müze çalışmaları,
kütüphane ve yayın, halk Dershaneleri ve kursları, köycülük.
Atatürk’ün önem verdiği bir hususta yüksek öğrenimdi. Atatürk
Darülfünun'dan beklediği atılımları göremeyince üniversite reformu yapmaya
karar verdi. Darülfünun'a tepki olarak Ankara'da Hukuk Mektebi'ni açtı ve bunu
daha sonra Hukuk Fakültesi'ne dönüştürdü. Hukuk fakültesinden başka, Hukuk
Fakültesinden başka; Musiki Muallim Mektebi, Ankara Yüksek Ziraat Mektebi, Yüksek
Ziraat Enstitüsü, Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü, Dil ve tarih,
Coğrafya Fakültesi açıldı. Bunları yeterli bulmayan Atatürk, Darülfünun’u
kapatarak İstanbul Üniversitesini kurmuştur.
Cumhuriyetin ilk yılları başlatılan bu eğitim hamlelerinin
temel amacı, bilgili, sorgulayan, araştıran,
eleştiren, ulusal bilince sahip, ulusal değerleri korumaya azimli bir gençlik
yetiştirmekti; bunda da başarılı olunmuştur. Maalesef, son yıllarda Atatürk’ün
etkisini her alanda silmeye çalışan ve Osmanlı hayranlığı içinde gelişen
politikalar sonucu eğitimimiz de giderek millilikten ve bilimsellikten
uzaklaşmaktadır. Bir yandan liberal liboşlar, diğer yanda teokratik devlet
özlemi içinde olanlar eğitimimizi Atatürk ilkelerinden uzaklaştırmaktadır.
Ulusunu seven, onun müreffeh ve güçlü olmasını isteyen herkesin bu kötü gidişe
dur demesi gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder