3 Ekim 2018 Çarşamba


TAM BAĞIMSIZLIKTAN YANAŞMA DEVLETE!

Canımızı dişimize kattık. Kadınımızla, erkeğimizle, çocuğumuzla mücadele ettik. Silahımız, paramız yoktu; bulduk, ordumuz dağıtılmıştı; yeniden topladık ve bir büyük savaş verdik. Liderimiz vardı, Mustafa Kemal Paşa. Amacımız vardı, İstiklal-i Tam ve Hakimiyet-i Milliye. Ve Başardık!

Artık bu topraklarda tam bağımsız bir devletimiz vardı; Türkiye Cumhuriyeti. Bizi temsil eden ve millete ait yetkileri serbestçe kullanan bir meclisimiz vardı; TBMM. Vatan kıldığımız bu topraklarda egemenlik Türk Milletindeydi artık.

Tam bağımsızlığın anlamını Atatürk’ten öğrendik. Onun, “Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir.” Sözü kulağımız küpe oldu.

TAM BAĞIMSIZLIK YARA ALMAYA BAŞLADI

1938’e kadar bağımsızlığımızdan asla taviz vermedik. Ne olduysa 1938’den sonra oldu. Atatürk’ün vefatı ile birlikte İnönü dönemi başladı. Atatürk, yaptığı devrimlerle yeni bir ülke yapmaya çalıştı. İnönü ise Türkiye’yi Batılı emperyalist sistemin ülkelerine benzetmeyi hedef edindi. Tam bağımsızlıktan tavizler verilmeye başlandı. Ülkenin antiemperyalist özelliği de kaybolmaya başladı; antiemperyalizm unutturuldu.

Savaştığımız ülkelere ödünler vermeye başladık. Batı ile bağımlılık ilişkisini doğuracak anlaşmalar arıd ardına gelmeye başladı. 1939 yılında İngiltere ve Fransa ile birlikte aynı bildiriye imza koyduk. O zaman devrin başbakanı Saraçoğlu şöyle diyordu: “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine verdik”.

Bu anlaşmaları ABD ile yapılan ikili anlaşmalar izledi. 23 Şubat 1945 tarihinde imzalar atıldı. Bu anlaşma, “Karşılıklı Yardım Antlaşması” olarak takdim ediliyordu ama esas olarak ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabulünü içermekteydi. Bunu 1947 yılında ikinci bir anlaşma takip etti. Buna göre, Amerika bize kredi verecekti, biz de onlardan savaş artığı askeri malzemeleri alacaktık. Bunlarla da yetinilmedi Amerika’ya olan bağımlılığımız yapılan diğer anlaşmalar artırıldı. Sonuçta, Türkiye pazarını adım adım yabancılara açtık ve büyüme ihtiyacı içinde olan milli tarım ve sanayinin gelişimine engel olduk.

1950 yılında Bayar ve Menderes, “Türkiye’nin savunması için” ve “görülmemiş kalkınma hamleleri için, batılı ülkelerle ilişkilerimizi artırmaya karar verip ülkemizi ve savunmamızı NATO’ya bağladılar. Ülkemizi artık müttefiklerimizin izin verdiği ölçüde koruyabilecektik.

AB BİRLİĞİ MACERAMIZ

1959 yılında Türkiye Ortak Pazar’a girmek için müracaat etti ve Avrupa Birliği maceramız başladı. Ne acıdır ki, Lozan’ı imzalayan İnönü Türkiye’nin bağımlılığını artıracak Ankara Antlaşması’na da imza attı.

Bu antlaşmadan sonra bir geçiş dönemi başladı. 1995 yılında geçiş döneminin tamamlanmasından sonra, Gümrük Birliği Kararı kabul edilerek Türkiye, AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini kaldırdı. Karar 1 Ocak 1996'da yürürlüğe girdi. Böylelikle Avrupa Birliği üyesi olmadan Gümrük Birliği'ne girmiş olduk. AB üyesi olmadığımız için karar mekanizmalarında söz sahibi değildik, onlar Bürüksel’de karar alıyordu, biz Türkiye’de uyguluyorduk. Bu antlaşmanın Osmanlı ekonomisini çökerten 1938 Baltalimanı Antlaşması’ndan bir farkı yoktu.


EMPERYALİZMİN YENİ ADI: KÜRESELLEŞME

1980 İhtilali ve sonrasında oluşan Özal yönetimi ile kendimizi küreselleşme ve liberalleşme akımına terk ettik. Emperyalizmin adı küreselleşme oldu. Böylece ticaret, piyasalar, sermaye hareketleri serbestleşti. Devlet küçültüldü, dış borçlanma teşvik edildi, özelleştirmeler arttı, yabancı sermayenin önü açıldı. Özal’ın başlattığı bu politikalar, değişmeden Tansu Çiller ve Kemal Derviş dönemlerinde de uygulandı.

Kemal Derviş’in yaptığı operasyonlar sonucunda iktidara Erdoğan başkanlığındaki AKP geldi. Erdoğan’ın iktidar olduğu son 16 yılda Washington ve Bürüksel ne dediyse onu yaptık. Devleti küçültün dediler, küçülttük. Özelleştirmelere ağırlık verin, kamu mallarını satın dediler; tüm kamu işletmelerini, fabrikaları, bankaları, limanları, hastaneleri, ormanları, dereleri sattık. Çoğu da yabancı sermayenin eline geçti.

Yabancı sermaye yıllardır içimize uzattığı hortumlarla sadece paramızı değil, bizim kanımızı, emeğimizi emiyor. İstanbul Borsası, özelleştirmeler, kâr transferleri, yüksek faizle borçlanmalar, üretim yerine ithalat, ucuz işçilikten faydalanma emperyalist güçlerin içimizdeki hortumlarıdır. Bu hortumlar canımızı, malımızı emmeye devam ediyor.

Tam bağımsızlıktan uzaklaşıp emperyalistlerin egemenliklerine evet demenin en ağır faturasını bugünlerde ödemeye başladık. Borç batağına battık. Çok ağır bir ekonomik kriz içine girdik ve Cumhuriyet tarihinin en aşağılık ve en acı kararını alarak devletin denetimini Amerikan derin devletinin ve büyük sermayesinin eline verdik. Bizi uçurumdan atmak isteyenlere gel bizim elimizden tut dedik. Çok yaman bir çelişki içine girdik. 

GÜVENDİĞİMİZ DAĞLAR VAR

Bu tablo bizi ürkütmüyor ve ümitsizliğe sevk etmiyor. Çünkü güvendiğimiz dağlar var: Vatan Partisi ve Türkiye Gençlik Birliği. Vatan Partisi’nin tecrübeli ve genç ve öncü kadrolarına güveniyoruz. Genel Başkan Sayın Perinçek’e ve tüm yöneticilere güveniyoruz.

Kendilerini “Türkiye Gençlik Birliği, ulusal bağımsızlık amacı ve Cumhuriyet Devrimleri etrafında birleşmiş Türk Gençliğinin ortak mücadele örgütüdür. TGB Türk gençliğini sağ-sol ayrımı yapmadan Vatan Savunmasında birleştirmek amacıyla yola çıkmıştır!” şeklinde tarif eden gençlerimize güveniyoruz.

Türk Milleti, Vatan Partisi bünyesinde örgütlenerek Atatürk’ün Tam Bağımsızlık ülkesini yeniden uygulamaya koyacaktır. Milletimiz her zaman büyük güçlükler ve zorluklar içerisinden büyük kararlarla, devrimlerle çıkmıştır, gene çıkacaktır.

Sözü Sayın Perinçek’e bırakıyorum:

"Türkiye’nin kadroları, bizim kadrolarımızdır. Türkiye birkaç yıl içinde büyük bir kararla, büyük bir çözümle bu karanlıktan kurtulacaktır. Türkiye, 3 yıl içinde Atatürk Devrimleri rotasına girecektir. Türkiye’mize söz veriyoruz. Atatürk Devrimlerini tamamlayacağız.”

“Öncü parti meselesi çok önemlidir. Onun için Namık Kemallere, İttihak Terakkileri, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne göndermede bulunduk. Türkiye istiklal adına, Hürriyet adına, çağdaşlık adına, ne yaptıysa o öncülerin önderliğinde Türk Milleti ile yaptı. Milletimizi öncüsüz, öndersiz bırakmayacağız."

“Türkiye’nin önünde karanlıklar yok. Türkiye bir fırsat dönemine girmiştir. Zorluklara işaret ediliyor. Doğrudur, zorluklar vardır, çetin dönemin içindeyiz ama bu koşullardan büyük çözümlerle, büyük kararlarla çıkacağız.”

Hiç yorum yok: