TAM BAĞIMSIZLIKTAN YANAŞMA DEVLETE!
Canımızı dişimize kattık. Kadınımızla, erkeğimizle,
çocuğumuzla mücadele ettik. Silahımız, paramız yoktu; bulduk, ordumuz
dağıtılmıştı; yeniden topladık ve bir büyük savaş verdik. Liderimiz vardı,
Mustafa Kemal Paşa. Amacımız vardı, İstiklal-i Tam ve Hakimiyet-i Milliye. Ve
Başardık!
Artık bu topraklarda tam bağımsız bir devletimiz vardı;
Türkiye Cumhuriyeti. Bizi temsil eden ve millete ait yetkileri serbestçe
kullanan bir meclisimiz vardı; TBMM. Vatan kıldığımız bu topraklarda egemenlik Türk
Milletindeydi artık.
Tam bağımsızlığın anlamını Atatürk’ten öğrendik. Onun, “Tam
bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî,
kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu
saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin
gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir.” Sözü kulağımız
küpe oldu.
TAM BAĞIMSIZLIK YARA ALMAYA BAŞLADI
1938’e kadar bağımsızlığımızdan asla taviz vermedik. Ne
olduysa 1938’den sonra oldu. Atatürk’ün vefatı ile birlikte İnönü dönemi
başladı. Atatürk, yaptığı devrimlerle yeni bir ülke yapmaya çalıştı. İnönü ise
Türkiye’yi Batılı emperyalist sistemin ülkelerine benzetmeyi hedef edindi. Tam
bağımsızlıktan tavizler verilmeye başlandı. Ülkenin antiemperyalist özelliği de
kaybolmaya başladı; antiemperyalizm unutturuldu.
Savaştığımız ülkelere ödünler vermeye başladık. Batı ile
bağımlılık ilişkisini doğuracak anlaşmalar arıd ardına gelmeye başladı. 1939
yılında İngiltere ve Fransa ile birlikte aynı bildiriye imza koyduk. O zaman
devrin başbakanı Saraçoğlu şöyle diyordu: “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı
devletlerinin hizmetine verdik”.
Bu anlaşmaları ABD ile yapılan ikili anlaşmalar izledi. 23
Şubat 1945 tarihinde imzalar atıldı. Bu anlaşma, “Karşılıklı Yardım Antlaşması”
olarak takdim ediliyordu ama esas olarak ABD isteklerinin Türkiye tarafından
kabulünü içermekteydi. Bunu 1947 yılında ikinci bir anlaşma takip etti. Buna
göre, Amerika bize kredi verecekti, biz de onlardan savaş artığı askeri
malzemeleri alacaktık. Bunlarla da yetinilmedi Amerika’ya olan bağımlılığımız
yapılan diğer anlaşmalar artırıldı. Sonuçta, Türkiye pazarını adım adım
yabancılara açtık ve büyüme ihtiyacı içinde olan milli tarım ve sanayinin
gelişimine engel olduk.
1950 yılında Bayar ve Menderes, “Türkiye’nin savunması için”
ve “görülmemiş kalkınma hamleleri için, batılı ülkelerle ilişkilerimizi
artırmaya karar verip ülkemizi ve savunmamızı NATO’ya bağladılar. Ülkemizi
artık müttefiklerimizin izin verdiği ölçüde koruyabilecektik.
AB BİRLİĞİ MACERAMIZ
1959 yılında Türkiye Ortak Pazar’a girmek için müracaat etti
ve Avrupa Birliği maceramız başladı. Ne acıdır ki, Lozan’ı imzalayan İnönü
Türkiye’nin bağımlılığını artıracak Ankara Antlaşması’na da imza attı.
Bu antlaşmadan sonra bir geçiş dönemi başladı. 1995 yılında
geçiş döneminin tamamlanmasından sonra, Gümrük Birliği Kararı kabul edilerek
Türkiye, AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini kaldırdı. Karar 1
Ocak 1996'da yürürlüğe girdi. Böylelikle Avrupa Birliği üyesi olmadan Gümrük
Birliği'ne girmiş olduk. AB üyesi olmadığımız için karar mekanizmalarında söz
sahibi değildik, onlar Bürüksel’de karar alıyordu, biz Türkiye’de uyguluyorduk.
Bu antlaşmanın Osmanlı ekonomisini çökerten 1938 Baltalimanı Antlaşması’ndan
bir farkı yoktu.
EMPERYALİZMİN YENİ ADI: KÜRESELLEŞME
1980 İhtilali ve sonrasında oluşan Özal yönetimi ile kendimizi
küreselleşme ve liberalleşme akımına terk ettik. Emperyalizmin adı küreselleşme
oldu. Böylece ticaret, piyasalar, sermaye hareketleri serbestleşti. Devlet
küçültüldü, dış borçlanma teşvik edildi, özelleştirmeler arttı, yabancı
sermayenin önü açıldı. Özal’ın başlattığı bu politikalar, değişmeden Tansu
Çiller ve Kemal Derviş dönemlerinde de uygulandı.
Kemal Derviş’in yaptığı operasyonlar sonucunda iktidara
Erdoğan başkanlığındaki AKP geldi. Erdoğan’ın iktidar olduğu son 16 yılda
Washington ve Bürüksel ne dediyse onu yaptık. Devleti küçültün dediler,
küçülttük. Özelleştirmelere ağırlık verin, kamu mallarını satın dediler; tüm
kamu işletmelerini, fabrikaları, bankaları, limanları, hastaneleri, ormanları,
dereleri sattık. Çoğu da yabancı sermayenin eline geçti.
Yabancı sermaye yıllardır içimize uzattığı hortumlarla
sadece paramızı değil, bizim kanımızı, emeğimizi emiyor. İstanbul Borsası,
özelleştirmeler, kâr transferleri, yüksek faizle borçlanmalar, üretim yerine
ithalat, ucuz işçilikten faydalanma emperyalist güçlerin içimizdeki hortumlarıdır.
Bu hortumlar canımızı, malımızı emmeye devam ediyor.
Tam bağımsızlıktan uzaklaşıp emperyalistlerin
egemenliklerine evet demenin en ağır faturasını bugünlerde ödemeye başladık.
Borç batağına battık. Çok ağır bir ekonomik kriz içine girdik ve Cumhuriyet
tarihinin en aşağılık ve en acı kararını alarak devletin denetimini Amerikan
derin devletinin ve büyük sermayesinin eline verdik. Bizi uçurumdan atmak
isteyenlere gel bizim elimizden tut dedik. Çok yaman bir çelişki içine girdik.
GÜVENDİĞİMİZ DAĞLAR VAR
Bu tablo bizi ürkütmüyor ve ümitsizliğe sevk etmiyor. Çünkü
güvendiğimiz dağlar var: Vatan Partisi ve Türkiye Gençlik Birliği. Vatan
Partisi’nin tecrübeli ve genç ve öncü kadrolarına güveniyoruz. Genel Başkan
Sayın Perinçek’e ve tüm yöneticilere güveniyoruz.
Kendilerini “Türkiye Gençlik Birliği, ulusal bağımsızlık
amacı ve Cumhuriyet Devrimleri etrafında birleşmiş Türk Gençliğinin ortak
mücadele örgütüdür. TGB Türk gençliğini sağ-sol ayrımı yapmadan Vatan
Savunmasında birleştirmek amacıyla yola çıkmıştır!” şeklinde tarif eden
gençlerimize güveniyoruz.
Türk Milleti, Vatan Partisi bünyesinde örgütlenerek
Atatürk’ün Tam Bağımsızlık ülkesini yeniden uygulamaya koyacaktır. Milletimiz
her zaman büyük güçlükler ve zorluklar içerisinden büyük kararlarla,
devrimlerle çıkmıştır, gene çıkacaktır.
Sözü Sayın Perinçek’e bırakıyorum:
"Türkiye’nin kadroları, bizim kadrolarımızdır. Türkiye
birkaç yıl içinde büyük bir kararla, büyük bir çözümle bu karanlıktan
kurtulacaktır. Türkiye, 3 yıl içinde Atatürk Devrimleri rotasına girecektir.
Türkiye’mize söz veriyoruz. Atatürk Devrimlerini tamamlayacağız.”
“Öncü parti meselesi çok önemlidir. Onun için Namık
Kemallere, İttihak Terakkileri, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne göndermede
bulunduk. Türkiye istiklal adına, Hürriyet adına, çağdaşlık adına, ne yaptıysa
o öncülerin önderliğinde Türk Milleti ile yaptı. Milletimizi öncüsüz, öndersiz
bırakmayacağız."
“Türkiye’nin önünde karanlıklar yok. Türkiye bir fırsat
dönemine girmiştir. Zorluklara işaret ediliyor. Doğrudur, zorluklar vardır,
çetin dönemin içindeyiz ama bu koşullardan büyük çözümlerle, büyük kararlarla
çıkacağız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder