DÜYUN-U UMUMİYE’DEN McKİNSEY’E
Gazetelerden öğreniyoruz; Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak,
New York'ta, Türkiye-ABD İş Konseyi'nce düzenlenen 9. Türkiye Yatırım
Konferansı'nda Yeni Ekonomi Programı (YEP) ile ilgili şöyle demiş:
“Yeni program bünyesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi
için uluslararası yönetim şirketi McKinsey ile çalışmaya karar verdik. 16
bakanlıktan temsilcilerin bulunduğu bu ofis, tüm hedeflerimizi ve sonuçlarımızı
her çeyrekte kontrol edecek.”
Peki, neyin nesidir bu McKinsey diyorsanız, bilgi verelim:
McKinsey, 2003 yılında ‘‘Türkiye'de Verimlilik ve Büyüme Atılımının
Gerçekleştirilmesi’’ adlı bir rapor hazırlamış ,Türkiye'nin ağır borç yükü
altında olduğunu ve istikrarı yakalayamayan bir ülke olduğunu belirtmiş.
O dönem Mckinsey Türkiye Genel Müdürü olan David E. Meen,
çözüm olarak özelleştirmeleri savunarak şöyle demiş:
“Verimlilik ancak rekabetçi ortamda yükselir. Liberalizasyon
Türkiye'de diğer ülkeler kadar yapıldı. Özelleştirme ise, tekelleşmenin önüne
geçerek hem rekabete katkıda bulunur, hem de verimliliği arttırır. Ancak
özelleştirmenin kısa dönemde bazı olumsuz etkileri olur. Gelecek 15 yılda
Türkiye liberalizasyon ve özelleştirme yolunda gidecektir. Ancak Türkiye'de
politikacılar Liberalizasyon ile özelleştirme ilişkisini doğru bir şekilde
kurup halka iletemediler.”
Türkiye’ye liberal ekonomiyi ve özelleştirmeleri tavsiye
eden bu McKinsey ABD büyük sermayesinin dünya ekonomisini denetlemek ve ona yön
vermek için çalışan bir şirket. CIA ile olan ilişkilerini de gazetelerden
öğreniyoruz.
Bu açıklama gösterdi ki Türk ekonomisi Amerikan büyük sermayesinin
denetimine giriyor. Yeni bir Kemal Derviş dönemi başlamış oluyor. Aslına
bakılırsa Özal’dan bu yana durum pek de değişmemişti. Şimdi artık bu ilişki tam
anlamıyla gün yüzüne çıktı.
OSMANLI BÖYLE ÇÖKMÜŞTÜ
Bu durum akla Osmanlı devletinin son yıllarını hatırlatıyor.
Osmanlı Devleti’ni uçuruma götüren batılı sermaye, emperyalistlerin en büyük
silahı olmuştu. Özellikle 1838 tarihli Baltalimanı Antlaşması Osmanlı’da mevcut
cılız sanayii yok etmekle kalmamış, küçük esnafı da yaralamıştı. İktisaden
bağımsız olamayan Osmanlı siyaseten de bağımsızlığını yitirmiş ve nihayet
kenarına kadar geldiği uçurumdan aşağı düşmüştür.
Türk Devrimi’nin büyük düşünürlerinden Yusuf Akçura
Osmanlı’nın son dönemini şöyle değerlendiriyor:
“2. Mahmut zamanında, yabancılardan, ecnebi milletlerde borç
almak, borçlanmak düşünüldü. Abdülmecit zamanında borçlanma kapısı geniş açıldı
ve en çok bu kapıdandır ki Avrupa’nın büyü sermayesi, Osmanlı ülkesine girip
istila etti. Sanayi ürünleri ile memleketten aldığı kazanca para kirası olarak
aldığı faizler eklendi. Ecnebilerden alınan borç paraların mühim bir kısmı,
egemen zümre ve padişahlar tarafından verimsiz masraflara tutuldu…
Devlet bütçesinin masraflar kısmına borç faizleri de
yüklenince, denge daha çok bozuldu. Fakat bu borçlanma belası bunla da kalmadı.
Devlet, borcunun faizlerini ödeyemeyince, müflis borçlulara yapılan muamele,
konkordato Osmanlı Devleti’ne reva görüldü: Düyun-u Umumiye kurumu kuruldu.
Kim ne derse desin, Osmanlı saltanatında, Düyun-u Umumiye
Kurumu, devlet içinde devlet mahiyetindeydi, iktisadi bağımsızlığımızı ve bunun
üzerine siyasi bağımsızlığımızı büsbütün yaraladı.”
SAVAŞMIYORUZ YANAŞIYORUZ
Osmanlı devletini Düyun-u Umumiye’ye teslim eden padişahlara
babamız, dedemiz deyip onları yücelten ama ekonomiyi millileştiren ve milletimizi
borçtan kurtaran, tarım ve sanayii geliştiren, fabrikalar kuran Atatürk'e ayyaş
diyen bir anlayışın ekonomimizi getireceği nokta da bundan başka bir yer de
zaten olamazdı.
Artık anlaşılmıştır ki, Türkiye Amerika ile savaşmıyor,
Türkiye Amerika’ya yanaşıyor. Bağımsız bir ülke yanaşma bir ülke haline
geliyor. Buna asla izin verilemez.
Erdoğan yönetiminin bu kararı onun sonunun geldiğini
gösteriyor. Türkiye derhal milli direnme ve üretim ekonomisine geçmeli ve
Amerikan derin devletinin ve büyük sermayesinin ekonomimizi kontrol etmesine
engel olmalıdır.
Osmanlı devletini nasıl yıkıldığı asla unutulmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder