15 Eylül 2018 Cumartesi


KAPİTALİZMİN GELECEĞİ

Kapitalizmin devem edip etmeyeceği, Marx’tan bu yana hiç bu kadar sık ve yoğun tartışılmamıştı. Ayrıca ABD ve İngiltere gibi kapitalizmin önderi diyebileceğimiz ülkelerde sosyalizm rüzgarları esmeye başladı.

ABD’de kendisini “demokratik sosyalist” diye tanımlayan Barnie Sanders geçen dönem başkan adaylığı için yarışmıştı. Önümüzdeki başkanlık seçiminde de Donald Trump’ın karşısına çıkabilecek en kuvvetli aday olarak görülüyor. Zenginlere karşı yoksulları korumasıyla bilinen Sanders, ABD’nin Körfez Savaşı ve Irak Savaşı’na müdahil olmasına karşı çıkmıştı. En büyük desteği gençlerden ve bağımsızlardan alan Sanders gelir eşitsizliğini azaltmayı, asgari ücreti artırmayı, göçmenlerin ABD’ye daha rahat girmesini ve ülkelere askeri müdahalede bulunmayacağı vaadinde bulunuyor.

New York’un şimdiki valisinin karşına aday olarak çıkan Cynthia Nixon da bir sosyalistti ve Barnie Sanders ile bağlantısı vardı. Demokrat Partiyi Temsilciler Meclisin’de Alexandria Ocasio isimli bir sosyalist temsil ediyor.

Üç yıl önce ise, İngiltere İşçi Partisi başkanlığına demokratik sosyalizmi savunan Jeremy Corbyn seçildi. Özellikle liberal ekonomiye karşı olan Corbyn birçok işletmeyi kamulaştıracağını açıkladı. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz olması gerektiğini vurguladı.

EŞİTSİZLİK VE KAPİTALİZM

Siyasi alanda bu gelişmeler olmadan önce, iki önemli ekonomist, birisi Amerika’da diğeri Fransa’da vahşi kapitalizmin toplumda yarattığı ciddi sorunları bilimsel olarak anlatan kitaplar yayımladılar. 

Nobel Ödülü sahibi Amerikalı ekonomist Joseph E. Stiglitz 2012 yılında The Price of Inequality (Eşitsizliğin Bedeli) isimli kitabını yayımladı.

Stiglitz bu kitabında, özellikle ABD’yi örnek alarak kapitalist sistem içerisinde gelişen eşitsizliğe ve bunun sonuçlarına şu ifadesi ile dikkat çekti: “Piyasa ekonomisinin gün ışığına çıkan en karanlık taraflarından bir tanesi, ABD sosyal dokusunu ve ülkenin iktisadi sürdürülebilirliğini büyük ve artan eşitsizlikti: Zenginler giderek daha zenginleşirken geri geri kalanlar Amerikan rüyasıyla hiç de uyumlu görünmeyen zorluklarla baş etmek zorunda kalmışlardı.”

Ona göre ekonomik tablonun özeti şöyledir: “ABD’nin hikayesi basitçe şudur: Zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksullar sayıca artmakta ve giderek daha da yoksullaşmakta ve orta sınıfın içi boşalmaktadır. Orta sınıfın gelirleri ya azalmakta ya da aynı seviyede kalmakta ve zenginlerle aradaki uçurum giderek artmaktadır.”

Stiglitz bu kitabında, ABD piyasa ekonomisinin işleyişini belirleme şeklinin, üsttekilerin lehine ve alttakilerin ise aleyhine olduğunu yazdı. Bu tabloyu da sosyal normların ve kurumların tıpkı piyasalar gibi kısmen de olsa en üst tabakadaki yüzde 1’lik kesimin belirlediğini anlattı.

Kapitalist sistem ile ilgili çok ciddi bir eleştiri de Piketty’den geldi. Fransız ekonomist Thomas Piketty 2013 yılında La Capital Au XXI Siecle isimli kitabını yayınladığı zaman büyük ilgi ile karşılaştı. Piketty bu kitabında, ekonomik adaletsizliğin sürekli arttığını ve tüm kapitalist ülkelerde eşitsizlik uçurumlarının giderek büyüdüğünü rakamlarla gösterdi.

Bu durumun üretimi de aksattığı görüşünü savunan Piketty’e göre “iyi üretimin ön koşulu iyi bölüşümdür”.  Hatta “iyi bölüşüm olmadan bundan böyle iyi üretim olmaz” iddiasını da öne sürüyor. Kapitalizmin geleceği konusunda Marx kadar kötümser değil. Kapitalizmin yıkıma doğru gittiğini söylemiyor. Geçmişte ne olduğunu da bilerek, böyle giderse kötü olacağını söylüyor. 2010 dünyasında servet yine belli ellerde toplanmaya başladı diyen Piketty, çözümü de kapitalist sistem içinde arıyor. Gündeme devletin müdahalesini, vergilerin yeniden düzenlenmesini getiriyor, servet vergisinin gerekliliği üzerinde duruyor.

Her iki ekonomist de sermayenin bir avuç zengin ve güç sahibinin elinde yoğunlaştığını söylüyorlar ama Marx’tan farklı olarak, kapitalist sistem içerisinde gelişen bu ciddi sorunların gene kapitalist sistem içinde çözülebileceğini iddia ediyorlar. Oysa Marx ve ondan yaklaşık yüz yıl sonra yaşayan ekonomist J. A. Schumpeter kapitalizmin devem edemeyeceğini ve yıkılarak yerine sosyalizmin geleceğini iddia etmişlerdi.

KAPİTALİZMİN SONU PROLETERYA DİKTATÖRLÜĞÜ MÜ?

On dokuzuncu asrın ilk yarısında, emek faktörünün geliri durgunken, sermayenin geliri sürekli artıyordu. Sanayileşme artıyor ama geniş halk kitleleri yoksul bir hayat yaşamaya devam ediyordu. İlk sosyalist hareketler işte bu ortamda ortaya çıktı. Bu sefil devam edebilir miydi? Bu sorunun cevabını Marx verdi: Hayır edemezdi.

Marx’a göre iki düşman sınıf vardı: Üretim araçlarını ve her türlü sermayeyi elinde tutan burjuva ve emekçilerden oluşan proleterya.

Marx, mülksüzleştirme yolu ile sermayenin giderek belirli ellerde toplanacağına inanıyordu:

“Dolaysız üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, en duygusuz bir Vandalizm ile ve en bayağı, en rezil ve en iğrenç tutkuların tutkusu altında gerçekleştirilmiştir. Kişisel emek ürünü olan, deyim yerindeyse, kendi başına, bağımsız olarak çalışan birey ile kendi emek koşullarının birlikte büyümelerine dayanan özel mülkiyetin yerini, başkasına ait, ama biçimsel açıdan özgür emeğin sömürüsüne dayanan kapitalist özel mülkiyet alır… Şimdi mülksüzleşen, bağımsız iktisadi varlığı son bulan kimse, artık kendi başına ve kendisi için çalışan işçi değil, birçok işçiyi sömürmekte olan kapitalisttir.

“Bu mülksüzleşme, kapitalist üretimin özünde yatan yasaların işlemesiyle gerçekleşir. Her bir kapitalist, birçok kapitalistin başını yer. Bu merkezileşme ya da az sayıda kapitalistin çok sayıda kapitalisti mülksüzleştirmesi ile birlikte, emek sürecinin el birliğine dayanan biçimi, bilimin bilinçli teknik kullanımı, toprağın planlı sömürüsü, emek araçlarının yalnızca birlikte kullanılabilen emek araçlarına dönüşümü, bütün üretim araçlarında, birleşik, toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmaları yoluyla tasarruf sağlanması ve böylece kapitalist rejimin uluslar arası bir nitelik kazanması, giderek büyüyen ölçeklerde gelişir. Bu dönüşüm sürecinin avantajlarından yararlanan ve bunları tekelleri altında tutan büyük sermaye babalarının sayıları azalırken, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü alabildiğine artar; ama aynı zamanda, sayıca gittikçe artan bir sınıfın, kapitalist üretim sürecinin bizzat kendi mekanizması ile eğitilen, birleşen ve örgütlenen işçi sınıfının öfkesi de artar. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendisinin hükmü altında gelişen üretim tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin yoksullaşması sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla uyuşmadıkları bir noktaya ulaşır. Kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin saati çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleşir.”

Marx’a göre, iki düşman sınıf vardı: Bir yanda üretim araçlarını elinde tutan sermaye sahipleri, diğer yanda giderek yoksullaşan emekçiler. Burjuva sınıfının gayesi üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti devam ettirmek, proleteryanın çıkarı ise bu sistemi tersine çevirmekti.

Marx’ın ileriye dönük tahmini de şöyle özetlemek mümkün: Bu sınıf mücadelesi kaçınılmaz olarak proleteryanın diktatörlüğüne yol açar; bu diktatörlük de bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun doğuşuna geçişi sağlar. Kapitalizm son bulur ve sosyalizm başlar.

KAPİTALİZM SOSYALİZME NASIL DÖNÜŞECEK? FARKILI BİR GÖRÜŞ

Marx gibi kapitalizmin yerini sosyalizme bırakacağını iddia eden bir diğer ekonomist de Joseph Alois Schumpeter’dir. Döneminin en büyük birkaç ekonomistinden birisi olan Schumpeter bu iddiasını 1942 yılında ilk defa yayımladığı ve 1947 ve 1950 yılında tadil ettiği “Capitalizm, Socializm ve Demokrasi” isimli kitabında dile getirmiştir. Bu kitapta Schumpeter “Kapitalizmin bekası mümkün mü” sorusunu sorar ve hemen hayır diye cevap verir.

Schumpeter’e göre kapitalizm gelişme seyri içinde, üzerinde oturduğu temel kurumları çürütmekte ve böylece yaşamasına imkân kalmayan bir ortam oluşmaktadır. Sistemin gittikçe çürümeye doğru gitmesi, “ekonomi makinesi”nin bir zaafından ileri gelmediği için bunu kapitalizmin bir başarısızlığı olarak kabul etmek doğru değildir. Onun tahminine göre, kapitalizm geliştikçe, fert başına düşen gelir artacak ve yoksulluk kalmayacaktır. Bu bakımdan Marx’tan çok farklı düşünmektedir.

Schumpeter’e göre, kapitalizmin sonunda çökmeye mahkûm oluşu kapitalist makineye ait bir kusurdan ileri gelmiyordu; çünkü makine eskisi gibi etkili bir şekilde işliyordu ve bundan sonra da son derece yüksek bir verimle işlemekte devam edeceğine dair her türlü işareti gösteriyordu. Kapitalizm çökecekti ama garip bir çelişki olarak bu çöküş kendi başarısının bir sonucu olarak meydana gelecekti. Çöküntüye yol açacak hata ekonominin eseri medeniyetin getirdiği düşüncelerde, güdülerde, siyasetlerde ve kuruluşlarda idi. Bu kapitalist karşıtı kuvvetler, kapitalizmin zaaflarından değil, faziletlerinden doğan yan ürünlerdi. Sosyalizmin gelişini sosyalistlerin bir zaferi olmaktan çok, kapitalistlerin feragati sonucuna bağlıyordu.

KAPİTALİST ÖTESİ TOPLUM

Peter F. Drucker Viyana’ doğmuş ama Amerika’ya yerleşmiş, günümüzün saylı ekonomist ve yönetim bilimci. Onun kapitalizm ile ilgili tespitleri ise çok değişik. Ona göre, Marksizm ideolojik olarak ve Komünizm de sistem olarak çökmüştür. Kapitalizm doruk notasına gelmiştir ve toplum kapitalist ötesi bir yapıya ulaşmıştır. Marksizmi ve komünizmi çökerten güçler, Kapitalizmin modasının da geçmesine yol açmaktadır.

Drucker, “Marksizm’i yenen neydi?” Sorusunu soruyor ve cevabı şöyle veriyor:

“O halde, “Kapitalizmin kaçınılmaz çelişkileri”ni, proleterleri “yabancılaştırma”yı, “sefilleştirme”yi alteden, dolayısyla da proleterliği yok eden şey neydi?
Bunun cevabı, Prodüktivite Devrimi’dir.

Drucker, kapitalist ötesi toplumlarda, emekli sandıklarının kapitalistlerin yerini aldığını söylüyor.  Emekli sandıklarından faydalananların, yani bu sandıkların sahiplerinin, o ülkenin çalışanları olduğuna göre, üretim araçları çalışanların elinde geçmiştir diyor.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 
Drucker’ın önemli bir iddiası daha var. Şöyle anlatıyor: “Temel ekonomik kaynak, yani ekonomistlerin deyimiyle “üretim araçları” artık “sermaye” de değildir, doğal kaynaklar (toprak) da değildir, emek de değildir. Bilgi’dir ve bilgi olacaktır.”

NE OLACAK BU KAPİTALİZM?

Kapitalizm konusunda beş ekonomist ve düşünürün görüşlerini sizinle paylaştım. İçlerinde kapitalizmin, eşitsizlik gibi, sermayenin belirli ellerde toplanması sonucu demokratik denilen toplumların bile büyük zenginler tarafından yönetip yönlendirildiği gibi ciddi sorunlar yarattığını, bu sorunların da kapitalizmin içerisinde çözülebileceğini iddia edenler var. Kapitalizmin proleter devrimi sonucu yıkılacağını ve sosyalizmin kurulacağını tahmin edenler var. Kapitalizmin gelişerek kendi kendisini yok edeceğini ve yerine sosyalizmin geleceğini söyleyenler var. Bir de kapitalizmin zaten sona erdiğini, yerini kapitalist ötesi toplum aldığını yazanlar var.

Bunlardan hangisi ne kadar doğru ya da hangi konularda kim haklı karar sizin. Görünen o ki, kapitalizm sancılı bir durumda; bu sancı doğum sancısı mıdır, değil midir zaman gösterecek.

Görünen o ki, Marx’n yıllar önce sermayenin giderek belirli ellerde toplanacaktır tahmini doğru çıkmıştır. Bu tablo büyük oranda gelir, servet ve fırsat eşitsizliği yaratmaktadır. Buna rağmen sosyalizmin gelmeyişinin analizinin iyi yapılması gerekir.

Bugünkü sorular şu olmalıdır: Kapitalist toplumda gelişen bu ekonomik ve sosyal sorunlar kapitalizm içinde kalarak çözülebilir mi? Sosyal demokrasi ve karma ekonomi kapitalizmin doğurduğu bu sorunların çözümü müdür?

Hiç yorum yok: