ZİYA GÖKALP VE TÜRKÇÜLÜK
Osmanlı döneminde başlayan Türkçülük akımının ileri gelen
3-5 düşünüründen birisi olan Ziya Gökalp, bundan 94 yıl önce, 25 Ekim 1924’de
vefat etmişti. Türk Devrimi’ne önemli fikri katkılarda bulunan bu değerli alimi
rahmetle ve şükranla anıyoruz.
Ziya Gökalp’ı andığımız bugünlerde Sayın Erdoğan Türkçülüğün
ırkçılık olduğunu iddia etti. Erdoğan’a cevap yıllar ötesinden Ziya Gökalp’ten
geldi.
MİLLET KAVRAMI VE IRKÇILIK
Öncelikle Ziya Gökalp’in millet kavramından neyi anladığının
üzerinde durmak lazım. Gökalp, kendi ifadesi ile ırkî, kavmî, coğrafî
Türkçülüğe karşıydı. Osmanlıcıların ve İslamcıları millet anlayışını kabul
etmiyordu. Onun millet anlayışını kendi ağzından anlatalım:
“…millet, ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafî, ne siyasî ne de
iradî bir zümre değildir. Millet, dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu
bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan
bir topluluktur…
Memleketimizde, vaktiyle dedeleri Arnavutluk’tan yahut
Arabistan’dan gelmiş milletdaşlarımız vardır. Bunları Türk terbiyesiyle büyümüş
ve Türk mefkûresine çalışmayı itiyat etmiş görürsek, diğer millettaşlarımızdan
hiç ayırmamalıyız. Yalnız saadet zamanında değil, felâket zamanında da bizden
ayrılmayanları nasıl milliyetimizin dışında sayabiliriz? ... (Türküm) diyen her
ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe hıyaneti görülenler varsa
cezalandırmaktan başka çare yoktur.
ÜMMETÇİLİK VE ZİYA GÖKALP
Ziya Gökalp İslam ümmetindenim der ama asla ümmetçilik
yapmaz. İslam Birliği kurmak isteyenleri şiddetle uyarır. Müslümanların
kurtuluşunun milli vicdana sarılmalarında bulur. Bu görüşlerini Türkçülüğün
Esasları isimli eserinde şöyle anlatır:
“… pratik tecrübeler gösterdi ki, İslâm Birliği, bir
taraftan teokrasi ve klerikalizm gibi gerici akımları doğurduğundan, öte yandan
da İslâm dünyasında milliyet mefkûrelerinin ve milli vicdanların uyanmasına
karşı bulunduğundan, Müslüman kavimlerin ilerlemelerine engel olduğu gibi,
istiklallerine de manidir. Çünkü İslâm dünyasında milli vicdanın gelişmesi
sekteye uğratmak, Müslüman milletlerin istiklallerine engel olmak demektir.
O halde ne yapmalı? Her şeyden önce gerek memleketimizde
gerek diğer İslâm ülkelerinde daima milli vicdanı uyandırmağa ve
kuvvetlendirmeğe çalışmalı. Çünkü bütün terakkilerin kaynağı milli vicdan
olduğu gibi, milli istiklalin doğuş yeri de dayanağı da odur.”
BİR SİYASİ MEFKURE OLARK TÜRKÇÜLÜK
Ziya Gökalp, Türkçülük konusundaki düşüncelerini aşağıdaki
metinde adeta özetlemiştir. Özetle de kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran
iradenin arkasında temel olarak Türkçülüğün siyasi mefkuresinin bulunduğunu
anlatmıştır. Halkçılık ve Türkçülüğü aynı kefede gören Ziya Gökalp,
Türkçülük ve halkçılığı Türk milletinin geleceğini
belirlemesi gereken iki temel görüş olması gerektiğini söylemiştir.
“Türkçülük, siyasi bir parti değildir; ilmî ve felsefî bir
mekteptir. Başka bir deyimle, kültürel bir çalışma ve yenileşme yoludur. Bu
sebeple ki Türkçülük, şimdiye kadar, bir parti şeklinde siyasi mücadele
hayatına atılmadı. Bundan sonra da şüphesiz atılmayacaktır.
Bununla beraber, Türkçülük büsbütün siyasî mefkûrelere
bigâne kalamaz. Çünkü, Türk kültürü, başka mefkûrelerle beraber, siyasî
mefkûrelere de sahiptir. Meselâ, Türkçülük hiçbir zaman klerikalizmle, teokrasi
ile, istibdatla bağdaşamaz. Türkçülük, modern bir akımdır ve ancak modern
mahiyette bulunan akımlarla ve mefkûrelerle bağdaşabilir. İşte bu sebepledir
ki, bugün Türkçülük Halk Fırkasına (partisi) yardımcıdır.
Halk Fırkası, hükümranlığı millete yani Türk halkına verdi.
Devletimize Türkiye ve halkımıza Türk Milleti adlarını verdi. Halbuki Anadolu
inkılabına kadar devletimizin, hatta milletimizin adları Osmanlı kelimesi idi.
Türk kelimesi ağıza alınmazdı. Hiç kimse “ben Türküm” demeğe cesaret edemezdi.
Son zamanda Türkçüler böyle bir iddiaya kalkıştıkları için, sarayın ve eski
kafalıların nefretini üzerlerine çektiler.”
İşte, Halk Fırkası’nın annesi Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti,
büyük kurtarıcımız olan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin doğru yolu
göstermesi ve öncü olmasıyla bir yandan Türkiye’yi düşman saldırılarından
kurtarırken, öte yandan da devletimize, milletimize, dilimiz hakiki adlarını
verdi ve siyasetimizi istibdadın ve yabancı unsurlar siyasetinin son izlerinden
bile kurtardı. Hatta diyebiliriz ki, Müdafaa-yi Hukuk Cemiyeti, hiç haberi
olmadan, Türkçülüğün siyasî programını tatbik etti. Çünkü hakikat birdir, iki
olmaz…Türkçülükle halkçılığın aynı programda birleşmeleri, ikisinin de maksada
ve gerçeğe uygun olmasının bir neticesidir.”
Gelecekte de halkçılık ve Türkçülük el ele vererek,
mefkûreler âlemine doğru beraber yürüyeceklerdir. Her Türkçü siyaset sahasında
halkçı kalacaktır, her halkçı da kültür sahasında Türkçü olacaktır.”
TÜRKÇÜLÜĞÜN EN BÜYÜK ADAMI: ATATÜRK
Ziya Gökalp’e göre Türkçülüğün en büyük adamı Mustafa Kemal
Paşadır. Neden mi? Şundan dolayı:
“Bütün dünya, bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa adını kudsî bir
kelime sayarak, her an hürmetle anmaktadır. Evvelce, Türkiye’de, Türk
milletinin hiçbir mevkii yoktu. Bugün, her hak Türk’ündür. Bu topraktaki
hâkimiyet, Türk Hâkimiyetidir. Bu kadar kat’i ve büyük inkılabı yapan zât,
Türkçülüğün en büyük adamıdır. Çünkü, düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat,
yapmak ve bilhassa başarı ile neticelendirmek çok güçtür.”
Sayın Erdoğan unutmasın ki, Türkçülüğün en büyük adamı
Atatürk önderliğinde bu topraklarda millet egemenliğine dayanan cumhuriyet
kurulmasaydı kendisi bugün cumhurbaşkanı olamazdı. Cumhurbaşkanlığını
Türkçülere borçludur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder