2 Mayıs 2016 Pazartesi

TEKKE, ZAVİYE VE İLİM

“Tekke ve zaviyelerin kapatılması ilim yuvalarına darbe vurdu”; bu sözler Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına ait. Duyduğumda inanamadım. Sonra durdum düşündüm, tekke ve zaviyeler açık iken yani Osmanlı zamanında ilmi gelişmeler bakımından ne durumdaydık.

Osmanlı döneminin anlaşılması için birkaç örnek verelim:

Fatih’in hocalarından Sinan Paşa bir kelamcı ve şairdi. Maarifetname isimli kitabında aklın yaşamak için gerekli olduğunu fakat şeriat karşısında susması gerektiğini söylemiş.

1578 yılında Müneccimbaşı Bin Ahmed  Dımışki’nin isteği üzerinde Tophane’de bir rasathane yapılmış. Ne var ki yapılan bu gözlemevi, üç ay sonra Şeyhülislam Şemseddin Efendi’nin gökleri gözlemenin uğursuz olduğu ve devletin mahvına sebep olacağını anlatan yazısı nedeniyle III: Murat tarafından yıkılmıştır.

IV. Murat döneminde medreselerde okutulan Akaid-i İslam kitabında, ilmihal dışında öğretilen derslerin yaşamsal bir öneminin olmadığını söylemiştir.

1870 yılında ikinci Darülfünun açılmış, Hoca Tahsin Efendi oksijensiz yanma olmadığını göstermek için deney yaptığı ve Cemaleddin Efgani ise biraz liberal görüşler savunduğu için bu kurum kapatılmıştır.

Müteferrika Matbaası 1727 yılında açılmış, ancak 18 yıl açık kalmış ve toplam 18 kitap basabilmiştir. O tarihte Avrupa’da binlerce kitap basılıyordu.

4 Kasım 1920'de Balıkesir milletvekili Vehbi Bey, TBMM'de yaptığı konuşmada şunları söylemiş:

“Bir kasabada yalnızca Birkaç yüz hane gayrimüslim buna karşılık binlerce hane Müslüman yaşadığı halde, gayrimüslimlerin düzenli ilkokulları, ortaokulları, yükseköğrenim görmüş öğretmenleri olduğunu görüyoruz. Müslüman nüfusun ise bir tek okulu bile yok.”

Tekke ve zaviye var ama okul yok.

Avrupa’da bilimin gelişmesi Bilimin ve felsefenin derebeylerinin ve klisenin baskısının azalması ile mümkün olmuştur.

Osmanlı’da tekke ve zaviyelerin açıktır ama bilim yoktur. Medreselerde Kanuni’den itibaren müspet bilim okutulmamıştır. İnsan aklı ve düşüncesi softaların, yobazların din adına uyguladıkları baskının altında kalmıştır.

Yobazlığın ve din adına yapılan baskıların olduğu yerde bilim olmaz; insanın doğaya hâkim olması için gerekli teknoloji gelişmez; düşünmeyi sorgulayan felsefe ise yasaklarla sınırlıdır. İşte bu yüzden Osmanlı zamanında dünya çapında bir düşünür, bilim adamı veya sanatkâr yetişmemiştir.

Cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma bilenlerin oranı % 10’dan daha azdır. Kadınlarda bu oran % 1’in de altındadır.

Osmanlı’nın bize bıraktığı en büyük miras cehalettir. Bu cehalet Cumhuriyet’in eğitim ve bilim alanındaki atılımına rağmen insanların kafalarını bulandırmaya ve sağlıklı düşünmelerine engel olmaya devam ediyor. Daha da kötüsü demokrasi ve partiler sayesinde örgütleniyor.


Erdoğan’ın “Tekke ve zaviyelerin kapatılması ilim yuvalarına darbe vurdu” demesi de bu örgütlenmenin ne boyuta ulaştığını gösteriyor.

Hiç yorum yok: