8 Ocak 2015 Perşembe

TERÖRÜN KAYNAĞINI BATIDA ARAMAK GEREKİR


Paris katliamı, bizim terör ve terörist kavramlarını tartışmamıza vesile olmalıdır. Özellikle terörün sebep ve kaynaklarının iyi tartışılması gerekir. Paris katliamı bir ilk değildir, son da olmayacaktır. Dünyanın haline bakılınca bunun açık bir gerçek olduğu görülür.

Bu yazdıklarımdan terörü aklamaya çalıştığım anlamını lütfen çıkarmayın. Ben sadece terörün kaynaklarını ve teröristlerin nasıl yetiştiği konusundaki görüşleri yansıtacağım.

Terör, aslında mevcut sisteme karşı silahlı bir isyandır. Globalleşen dünyada terör ülke, etnik kimlik, dini inanç farklılıklarını aşarak tüm dünya için büyük bir tehdit haline gelmiştir.

Özellikle 11 Eylül saldırısından sonra terör ve terörist kavramları bir örgüt ya da bir toplulukla değil doğrudan İslamiyet ile özdeşleştirilmeye başlandı. Bu "İslamcı Terör" veya "İslami Terör" olarak isimlendirilen eylemlerin doğru ve gerçekçi analizini yapmadan konuya çözüm getirmek imkansızdır.

Siyasi İslamcılar tarafından gerçekleştirilen bu saldırıların gerekçelerine bakıldığında nedenler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenlerden birincisi, Müslümanların yaşadığı ülkelerde "Cihat"ı kutsayan eğitimin devam etmesi; ikincisi ise bu kutsallaştırılmış "cihat" eylemlerini başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin, sömürü düzenini devem ettirmek için kullanması hadisesidir.

Yüz yıllardır Asya'yı, Afrika'yı, Ortadoğu'yu sömüren batılı güçler, bu bölge halkının sömürüye karşı direncini kırmak için,  insanlar arasındaki etnik, dini inanç, mezhep ve ekonomik farklılıklarını kullanmışlar ve insanları birbirlerine kırdırmışlardır. Bunların örneği geçmişte çoktur. Şu sıralarda da Afganistan'da, Pakistan'da, Irak'ta, Suriye'de her gün yüzlerce insan hayatını kaybetmeye devam ediyor. Kışkırtma, örgütlenme ve silahlar ise batı kaynaklı. Ülkemizde de etnik kimlik ve mezhep üzerinden siyaset yapılması sonucu 4oooo'den fazla insan öldü.

Kışkırtmanın ve örgütlenmenin batı kaynaklı olduğunu anlamak için İslamcı  ve etnik yapılanmaların hangi ülkeler tarafından desteklediğine  bakmak gerekir. Öncelikle de Türkiye'ye bakmalı. Şeyh Sait isyanı, Dersim isyanı, PKK hareketi İngiltere, ABD ve Fransa gibi ülkelerin desteğini alarak gerçekleşmiştir. Bu ülkeler İslami cemaatleri kontrol altına alarak bunları Cumhuriyet aleyhine kullanmaktadırlar. İngiltere sadece Türkiye'de değil, Büyük Britanya'nın tümünde bu cemaatleri yönlendirmekte ve kullanmaktadır. 

ABD, özellikle 11 Eylül saldırısından sonra Afganistan'da, Irak'ta Suriye'de büyük katliamlar yapmış, mezhep ayrılıklarından faydalanarak insanları birbirine düşman etmiştir. Sadece Irak'ta bir milyonun üzerinde insan hayatını kaybetmiş, insanlar evlerinden, yurtlarından uzak yaşamaya mahkum edilmiştir.

Batılı güçler, bir yandan terörü yok edeceğiz bahanesi ile ülkeleri işgal ederken, bombalarla binlerce insanı öldürürken diğer yandan İslam'ın siyasallaşmasını teşvik etmiştir. Müslüman halkın silahlanmasına yardım etmiş ama aydınlanmasına izin vermemiştir. Bu ülkelerde hakim olan şey cehalet, sefalet ve yoksulluk ve despotizmdir.

Batılı güçler İslam ülkelerindeki "cihat"ı kutsayan eğitimin yaygınlaşmasını teşvik ederken bir yandan da "cihat" yapmak için bir araya gelen insanları ve örgütleri kullanıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi yüzyıllardır sürdürdükleri sömürüye devam ediyorlar. Bu ülkelerin uyguladıkları iktisadi sistem yani kapitalizm ile dünya üzerindeki eşitsizliği artırarak, yoksulluğu İslam ülkelerinin kaderi haline dönüştürüyorlar. Zengin daha zengin, fakir daha fakir oluyor. On binlerce insan Pakistan'dan, Afganistan'dan Irak'tan kalkıp Avrupa kapılarına bu yüzden dayanıyor.  

İslam ülkelerine baktığımızda genellikle gördüğümüz tablo şudur: İnsanlar cahil, yobaz, yoksul; devlet ise, bir zümrenin veya bir şahsın elinde; bu şahıs ve zümre de batılı güçlerin kontrolünde. Sürekli ölüm ve sürgünler....

Bu tablo Batı'nın eseridir. Batı, terörün mağduru değil, uygulayıcısıdır. İnsanları yıllarca sömürürseniz, cehaleti yenecek eğitimi teşvik etmezseniz, gerçek demokrasi yerine kukla yönetimleri desteklerseniz, terörü örgütleyip dış politikanızı yürütmek için kullanırsanız sonu bu olur.

İslam ülkelerinin kurtuluşu ve terörün son bulması için tutulması gereken yol Atatürk'ün yoludur. Atatürk ülkesi işgal altında iken bile terörü bir yöntem olarak kullanmamış, önce milli devletini ve milli ordusunu kurmuş ve önce işgale son vermiştir. Kurulan Türkiye Cumhuriyet'ine laik ve halk egemenliğine dayanan demokratik bir yapı kazandırmıştır. Tam bağımsızlığı esas düstur edinmiştir. Cehalet ile mücadele etmek için  milli eğitime büyük önem vermiştir. Halkına rehber olarak bilimi göstermiştir. Etnik ve mezhep farklılıklarını bir kenara bırakarak birliği ve kardeşliği sağlamıştır.

Atatürk'ün yolunu tutacaklarsa yapmaları gereken şudur:  Kendi milli  devletlerine sahip çıkacaklar; devletin tam bağımsız, laik, demokratik hukuk devleti olmasını sağlayacaklar; etnik ve dini inanç farklılıklarını düşmanlığa değil kardeşliğe dönüştürecekler; cehaleti yenmek için çağdaş eğitime önem verecekler; bilimin rehberliğini kabul edecekler.

Teröre daha fazla kurban vermek istemiyorlarsa, batılı devletlerin sömürüye son vermeleri, bu ülkelerin aydınlanmasına yardım etmeleri ve bu ülkelerde gerçek demokrasinin oluşmasına katkı bulunmaları gerekir. Silah ihraç edeceklerine bilgi ve teknoloji ihraç etmelidirler. Bu ülkelerin  çağdaş dünyanın bir parçası olmasını sağlamalıdırlar. Bunları yapmazlarsa, Paris'te, Londra'da, Nevyork'ta daha çok bomba patlar ve daha çok insan ölür.

Hiç yorum yok: