ATATÜRK BİZİ KÖKLERİMİZDEN KOPARMIŞ!
Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla yazdığım bazı
yazılar yanlış anlaşılmış ki, sık olarak şu soru ile karşı karşıya kalmaya
başladım. Yazıları okuyan arkadaşlar bana “sen Tayyip’i mi destekliyorsun”, “ona
mı oy vereceksin” şeklinde sorular soruyorlar. Onlara uygun cevaplar verdim ama
bir de yazılı olarak burada açıklama yapmak istiyorum:
Ben asla adı hırsıza, arsıza, rüşvetçiye,
talancıya, vatan ve millet bölücüsüne çıkmış ve yapmaktan çok satmayı,
üretmekten çok tüketmeyi, ulusal çıkarlardan çok kişisel menfaatlerini düşünen
birisine oy vermem. Benim üzüntümün kaynağı, Erdoğan’ın karşısına çıkarılan çatı adayda
umduğumu bulamamamdır. İhsanoğlu’nun tek rakip olarak çıkması benim gibi
düşünenleri zor durumda bırakmıştır.
İhsanoğlu’nin CNN Türk Televizyonundaki
açıklamalarından rahatsız olduğum hususları geçen yazımda belirmiştim. Bugün
farklı bir değerlendirmesinden söz etmek istiyorum.
Sayın İhsanoğlu diyor ki, “ATATÜRK devlet rejimini değiştirirken, devlet-toplum münasebetlerini
ihtilalin yeni idealleri uğruna baştan düzenlerken, TÜRK MİLLETİNİN MAZİ İLE
OLAN BAĞLARINI KOPARTARAK ONU, KÖKLERİ HAVADA KALAN BİR AĞACA DÖNÜŞTÜRMÜŞTÜR.”
Bu görüşe katılmak asla mümkün değildir. Türk
Ulusunu köklerinden koparan Atatürk değil, Osmanlılardır.
Osmanlılarda bilim dili Arapça, edebiyat dili
Farsça olmuştur. Osmanlıca diye Arapça, Acemce ve Türkçe kelimelerden oluşan
yeni bir dil ortaya çıkmıştır. Padişahlar ve şehzadeler Farsça divanlar
yazmışlardır. Cem, Yavuz Sultan Selim, Şehzade Bayazıd, Kanuni Sultan Süleyman
ve III. Murat’ın divanları Farsçadır.
Yavuz Sultan Selim Farsça divan yazarken, onun
savaştığı Şah İsmail, Şah Hatayî mahlası ile Türkçe şiirler yazmıştır. İki
hükümdar arasındaki farkı görmek için şiirlerinden örnek vermek isterim:
Yavuz’dan:
Behr-i tû ey na-mihriban hem çûn Selim-i na-tüvan
Mâ râ zi-yarî suht cân tâ hod tû
yâr-ı kistî
Şah İsmail’den
Ela gözlü pirim geldi
Duyan gelsin İşte meydan
Dört kapıyı kırk makamı
Bilen gelsin işte meydan
Şah Hatayî der sırrını
Ortaya koymuş serini
Nesimî gibi derisin
Yüzen gelsin işte meydan
Padişahların isimleri de zaman içinde
değişmiştir. Ertuğrul, Orhan, Murat, Selim, Cem gibi isimler unutulmuş
yerlerini Abdülaziz, Abdülmecid, Abdülhamid, Vahdettin gibi isimler almıştır.
Medreselerde Türkçe yasaklanmış, Yönetimden
Türkler dışlanmıştır. Sadrazamların çoğu dönme ve devşirmedir. Türkler ise sadece köylü ve asker olabilmiştir.
Atatürk ise, bizi tekrar köklerimizle
buluşturmaya çalışmıştır. Türkçeyi Arapça ve Farsçanın istilasından kurtarmış
ve dilimizi özüne döndürmüştür. ”Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni (Türk Tarih Kurumu) ve "Türk
Dili Tetkik Cemiyeti"ni (Türk Dil Kurumu) kurmuş ve bizleri köklerimizle buluşturmaya
çalışmıştır.
Türk Tarih Tezini ortaya
atmış ve bilimsel çevrelerde tartışmaya açarak Türklerin mazisini aydınlatmaya
çalışmıştır.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu
çıkarılarak Milli Eğitimde birlik, bütünlük sağlanmıştır. Medrese ve okullar
Maarif Bakanlığına bağlanmış; tekkeler, türbeler, zaviyeler kapatılmıştır. Yabancı
ve azınlık okulları devlet kontrolüne girmiştir. Eğitimin millileştirilmesi ve
eğitimde birliğin sağlanmasının da ana amacı, Osmanlıların mazimiz ile
kopardığı bağları yeniden onarmaktır.
Mazi deyince sadece
Osmanlıları düşünenlerin ve Osmanlı hayranlarının Atatürk'ü anlaması ve onun
ilkelerine sahip çıkması çok zordur. Onun
devrimlerini, “mazi ile olan bağları koparmak ve kökleri havada kalan bir ağaca
dönüştürmek” olarak değerlendiren bir kişi şimdi Atatürk’ün makamına talip. Ne
diyelim? Ne diyecekse, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli desin!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder