6 Temmuz 2014 Pazar

ATATÜRK BİZİ KÖKLERİMİZDEN KOPARMIŞ!

Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla yazdığım bazı yazılar yanlış anlaşılmış ki, sık olarak şu soru ile karşı karşıya kalmaya başladım. Yazıları okuyan arkadaşlar bana “sen Tayyip’i mi destekliyorsun”, “ona mı oy vereceksin” şeklinde sorular soruyorlar. Onlara uygun cevaplar verdim ama bir de yazılı olarak burada açıklama yapmak istiyorum:

Ben asla adı hırsıza, arsıza, rüşvetçiye, talancıya, vatan ve millet bölücüsüne çıkmış ve yapmaktan çok satmayı, üretmekten çok tüketmeyi, ulusal çıkarlardan çok kişisel menfaatlerini düşünen birisine oy vermem. Benim üzüntümün kaynağı, Erdoğan’ın karşısına çıkarılan çatı adayda umduğumu bulamamamdır. İhsanoğlu’nun tek rakip olarak çıkması benim gibi düşünenleri zor durumda bırakmıştır.

İhsanoğlu’nin  CNN Türk Televizyonundaki açıklamalarından rahatsız olduğum hususları geçen yazımda belirmiştim. Bugün farklı bir değerlendirmesinden söz etmek istiyorum.

Sayın İhsanoğlu diyor ki, “ATATÜRK devlet rejimini değiştirirken, devlet-toplum münasebetlerini ihtilalin yeni idealleri uğruna baştan düzenlerken, TÜRK MİLLETİNİN MAZİ İLE OLAN BAĞLARINI KOPARTARAK ONU, KÖKLERİ HAVADA KALAN BİR AĞACA DÖNÜŞTÜRMÜŞTÜR.”

Bu görüşe katılmak asla mümkün değildir. Türk Ulusunu köklerinden koparan Atatürk değil, Osmanlılardır.

Osmanlılarda bilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça olmuştur. Osmanlıca diye Arapça, Acemce ve Türkçe kelimelerden oluşan yeni bir dil ortaya çıkmıştır. Padişahlar ve şehzadeler Farsça divanlar yazmışlardır. Cem, Yavuz Sultan Selim, Şehzade Bayazıd, Kanuni Sultan Süleyman ve  III. Murat’ın divanları Farsçadır.

Yavuz Sultan Selim Farsça divan yazarken, onun savaştığı Şah İsmail, Şah Hatayî mahlası ile Türkçe şiirler yazmıştır. İki hükümdar arasındaki farkı görmek için şiirlerinden örnek vermek isterim:

Yavuz’dan:

Behr-i tû ey na-mihriban hem çûn Selim-i na-tüvan     
 Mâ râ zi-yarî suht cân tâ hod tû yâr-ı kistî

Şah İsmail’den

Ela gözlü pirim geldi
Duyan gelsin İşte meydan
Dört kapıyı kırk makamı
Bilen gelsin işte meydan

Şah Hatayî der sırrını
Ortaya koymuş serini
Nesimî gibi derisin
Yüzen gelsin işte meydan

Padişahların isimleri de zaman içinde değişmiştir. Ertuğrul, Orhan, Murat, Selim, Cem gibi isimler unutulmuş yerlerini Abdülaziz, Abdülmecid, Abdülhamid, Vahdettin gibi isimler almıştır.

Medreselerde Türkçe yasaklanmış, Yönetimden Türkler dışlanmıştır. Sadrazamların çoğu dönme ve devşirmedir.  Türkler ise sadece köylü ve asker olabilmiştir.

Atatürk ise, bizi tekrar köklerimizle buluşturmaya çalışmıştır. Türkçeyi Arapça ve Farsçanın istilasından kurtarmış ve dilimizi özüne döndürmüştür. ”Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni (Türk Tarih Kurumu)   ve  "Türk Dili Tetkik Cemiyeti"ni (Türk Dil Kurumu)  kurmuş ve bizleri köklerimizle buluşturmaya çalışmıştır.

Türk Tarih Tezini ortaya atmış ve bilimsel çevrelerde tartışmaya açarak Türklerin mazisini aydınlatmaya çalışmıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak Milli Eğitimde birlik, bütünlük sağlanmıştır. Medrese ve okullar Maarif Bakanlığına bağlanmış; tekkeler, türbeler, zaviyeler kapatılmıştır. Yabancı ve azınlık okulları devlet kontrolüne girmiştir. Eğitimin millileştirilmesi ve eğitimde birliğin sağlanmasının da ana amacı, Osmanlıların mazimiz ile kopardığı bağları yeniden onarmaktır.


Mazi deyince sadece Osmanlıları düşünenlerin ve Osmanlı hayranlarının Atatürk'ü anlaması ve onun ilkelerine sahip çıkması çok zordur.  Onun devrimlerini, “mazi ile olan bağları koparmak ve kökleri havada kalan bir ağaca dönüştürmek” olarak değerlendiren bir kişi şimdi Atatürk’ün makamına talip. Ne diyelim? Ne diyecekse, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli desin!...

Hiç yorum yok: