10 AĞUSTOS, SEVR VE 3 ADAY
10 Ağustos 1920 tarihinde Fransa’da
Paris’in Sevr’es denen yerinde Türkiye’yi parçalamaya, Türk milletinin
bağımsızlığını yok ederek köle durumuna düşürmeye yönelik anlaşma itilaf
devletleri ve Osmanlı hükümeti tarafından imzalandı. Türkiye Cumhuriyetinin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bu durumu Nutuk’ta şöyle anlatır:
“Efendiler! Mondros Mütârekesi’nden sonra Türkiye’ye muhasım devletler tarafından dört defa sulh şeraiti teklif edilmiştir. Bunların birincisi Sevr Projesidir. Bu proje hiçbir müzakerenin mahsûlü olmayıp Düvel-i İtilafiye tarafından Yunan Başvekil Mösyö Venizelos’un da iştirakiyle tanzim ve Vahidettin’in hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920’de imza edilmiştir. Bu proje TBMM’nce bir zemin-i münakaşa bile addedilmemiştir.”
“Efendiler! Mondros Mütârekesi’nden sonra Türkiye’ye muhasım devletler tarafından dört defa sulh şeraiti teklif edilmiştir. Bunların birincisi Sevr Projesidir. Bu proje hiçbir müzakerenin mahsûlü olmayıp Düvel-i İtilafiye tarafından Yunan Başvekil Mösyö Venizelos’un da iştirakiyle tanzim ve Vahidettin’in hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920’de imza edilmiştir. Bu proje TBMM’nce bir zemin-i münakaşa bile addedilmemiştir.”
10 Ağustos Türk tarihinde önemli bir
yere sahiptir. 10 Ağustos 1920 tarihinde Fransa’nın Sevr kasabasında, Türkiye’yi
bölmeyi, parçalamayı ve Türk toprakları üzerinde farklı devletler kurmayı, Türk
Ulusu’nu köleleştirmeyi amaçlayan antlaşma İtilaf devletleri ve ve Osmanlı
Hükümeti arasında imzalandı.
Bu antlaşmanın tam olarak anlaşılması
için biraz geriye gitmeye gerek var. Osmanlı Devleti 1914’de girdiği I. Dünya
Savaşı’ndan son derece ağır şartları içeren 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes
Antlaşması’nı imzalayarak çıktı. Osmanlı Devleti’ne fiilen son veren bu
Antlaşmanın ardından hemen İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri başladı. Lord
Curzon 18 Kasım’da Avam Kamarasında yaptığı konuşmada, “Kürt, Arap, Ermeni, Rum
ve Yahudilerin Türk egemenliğinden kurtarılacağını” söylüyordu. Mondros Ateşkes
Antlaşması’nın imzalanmasını takiben işgaller başladı. Türklere nihai darbenin
indirilmesi için, Sevr antlaşması Osmanlı Hükümeti’ne kabul ettirildi.
Mustafa Kemal Atatürk bu antlaşmadan
büyük nutkunda şöyle bahsediyor: “Efendiler! Mondros Mütârekesi’nden sonra
Türkiye’ye muhasım devletler tarafından dört defa sulh şeraiti teklif
edilmiştir. Bunların birincisi Sevr Projesidir. Bu proje hiçbir müzakerenin
mahsûlü olmayıp Düvel-i İtilafiye tarafından Yunan Başvekil Mösyö Venizelos’un
da iştirakiyle tanzim ve Vahidettin’in hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920’de
imza edilmiştir. Bu proje TBMM’nce bir zemin-i münakaşa bile addedilmemiştir.”
Anlaşılacağı üzere, bu antlaşma metni Ankara’da, TBMM gündemine bile alınmamış
ve Ankara Hükümet, tarafından asla kabul görmemiştir.
Bu antlaşmanın son günlerde gelişen olaylar
dikkate alındığında, 62. ve 64. Maddeler üzerinde durmak gerekiyor. Bu
maddelere göre, İngiliz, Fransız ve İtalyan
temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde
bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler
Cemiyeti'ne bağımsızlık için başvurabilecek.
Burada dikkat edilirse, hemen değil ama
bir yıl sonra Kürtler dilerse bağımsızlık için Milletler Cemiyeti’ne başvurabilecekleri
ön görülüyor. Hemen değil çünkü İtilaf devletleri biliyor ki, yöre halkı
Türkiye’den kopma arzusu içinde değiller. Bir yıl içinde İngiliz ajanları
yapacakları propaganda ile o bölgedeki insanları ve aşiretleri Kürtlük fikri etrafında birleştirmeyi ve
bağımsız bir devleti benimsetmeyi planlıyorlar. Planlarının ancak aşama gerçekleştirebileceklerini biliyorlar.
Günümüze geldiğimizde Batılı güçlerin bu
plandan vazgeçmediklerini görüyoruz. Aşama aşama bir kukla devlet kuruyorlar.
Damat Ferit Hükümeti’nin yerini ise Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti almış.
Önce bu bölge halkına Kürtçülük
propagandası yapıldı. PKK örgütü kuruldu. 1984 yılından itibaren terör bir
propaganda aracı olarak kullanıldı. 2002 yılına geldiğimizde kahraman güvenlik
güçlerimiz terörü sıfırlama noktasına getirince, Ecevit Hükümeti bozuldu ve AKP
hükümeti kuruldu. Bu tarihten sonra uygulanan politikalar sonucu terör
azdırıldı. Mehmetçiklerimiz şehit olmaya başladı. Şehit sayısı artıca, “anneler
ağlamasın” sloganı ile PKK’ya verilen tavizler artırıldı. Terör örgütü lideri
muhatap alınarak Türkiye’yi bölme sürecinin müzakereleri yapıldı.
Kurulması düşünülen yeni devlet için, tıpkı l. Cihan Harbi’nden sonra uygulanan
stratejiye benzer bir şekilde, aşama aşama bazı düzenlemelere gidildi. Yerel
yönetimlerin yetkileri artırıldı. Yasama yolu ile büyük şehir belediyeleri
kuruldu ve bu büyük şehir belediyelerinin sınırları tüm ili kapsayacak kadar
genişletildi. Bu bölgede yaşayan insanların Türk Milletinden değil de farklı
bir milletten olduğu kabul edildi ve bunlara hakların verilmesi ile terörün son
bulacağı ve artık annelerin ağlamayacağı propagandası yapıldı.
Bu bölünme sürecine de “çözüm süreci”
adı verildi. Bu sürecin sonunda özerk
bölgeler oluşturulacak daha sonra da bu bölgeler birleştirilerek kukla Kürt
devleti kurulacak. Son olarak da “Terörün
Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun
Tasarısı” TBMM’ne sunuldu. Böylece çok önemli bir aşama daha gerçekleşmiş oldu. İşin
daha vahim tarafı CHP’nin de çözüm sürecine dahil olması ve bu tasarıyı
desteklemesidir.
Bütün bu gelişmeler açısından büyük bir tesadüf ile Sevr’in imzalandığı
gün olan 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı seçimi yapacağız. Bu seçim, bölünme
tehlikesi içerisinde olan Türkiye için hayati bir önem arz ediyor. Bu seçimde
oy verebileceğimiz 3 aday var. Adaylardan Recep Tayyip Erdoğan ve Selahattin
Demirtaş adı “çözüm süreci” konulan bölünme ve dolayısıyla Sevr’i hortlatma
uygulamalarının iki mimarı. CHP ve MHP’nin müşterek adayı olan Ekmeleddin
İhsanoğu da çözüm sürecinden yana olduğunu, çözüm sürecinden yana olmayanların
savaş taraftarı olduklarını CNN Türk televizyonunda dile getirdi.
3 Aday var, üçü de çözüm sürecinden, bize göre bölünmeye giden, yani
Sevr’e giden yoldan yanalar. Demirtaş’ın değil ama Recep Tayyip Erdoğan ve
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun gerekçesi aynı, savaş olmasın, şehit cenazesi
gelmesin.
Eğer biz Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, “Ya istiklâl, ya ölüm”
parolası ile kurtuluş mücadelesi vermeyip de Sevr’i kabul etseydik, Sevr’i çözüm
olarak kabul edip savaşı ret etseydik, belki insanlarımız düşman kurşunları ile şehit
olmayacaktı ama Anadolu’nun ortasında, İtilaf devletlerinin insafı ölçüsünde
bize bırakılmış topraklarda, vatanı elinden alınmış, bağımsızlığı ve onuru yok
edilmiş, özgür olmayan insanlar olarak yaşayacaktık.
10 Ağustos seçimlerinde oy verebileceğimiz 3 adayın da çözüm sürecinde
birleşmeleri tesadüf müdür, bilemem. Ama gerçek olan maalesef budur. Oyumuzu
kime verirsek verelim bu oy, çözüm sürecini, yani bölünmeyi hızlandırmaya
yarayacaktır.
Türkiye, bu liderlerle hiç de iyiye doğru gitmiyor. Atatürk ilkelerini
benimsemiş, tam bağımsızlıktan, ulusal
birlikten ve toprak bütünlüğünden yana, insanlarımızı etnik kökenine ve dini inançlarına
göre sınıflandırmayan yeni siyasetçilere ve liderlere ihtiyacı var. Ben
cumhurbaşkanlığı seçiminde tavrımı bu ihtiyaca görev belirleyeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder