24 Mart 2025 Pazartesi

ZİYA GÖKALP

Vefatından bu yana 149 yıl geçmiş olan,Ziya Gökalp, Türkiye’nin son yüzyılda yetiştirdiği en büyük fikir adamlarından birisidir. Karışık unsurlardan oluşan Osmanlı Devleti’nin yıkılarak yerine milliyetçilik esaslarına dayanan yeni bir devletin kurulacağını çok önceden sezmiş ve bu yeni devletin sosyal felsefesinin belirlenmesinde büyük rol oynamıştır.

 Atatürk’ün de en fazla etkilendiği fikir adamlarından birisidir. En önemli eseri, “Türkçülüğün Esasları” ismiyle defalarca basılan kitabıdır. Bir diğer önemli kitabı ise Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri isimli eseridir.

Ziya Gökalp’in en çok bilinen sözü şudur: “Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Batı medeniyetindenim”

Öncelikle Ziya Gökalp’in millet kavramından neyi anladığının üzerinde durmak lazım. Gökalp, kendi ifadesi ile ırkî, kavmî, coğrafî Türkçülüğe karşıydı. Osmanlıcıların ve İslamcıları millet anlayışını kabul etmiyordu. Onun millet anlayışını kendi ağzından anlatalım:

“…millet, ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafî, ne siyasî ne de iradî bir zümre değildir. Millet, dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir topluluktur…

Memleketimizde, vaktiyle dedeleri Arnavutluk’tan yahut Arabistan’dan gelmiş milletdaşlarımız vardır. Bunları Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkûresine çalışmayı itiyat etmiş görürsek, diğer millettaşlarımızdan hiç ayırmamalıyız. Yalnız saadet zamanında değil, felâket zamanında da bizden ayrılmayanları nasıl milliyetimizin dışında sayabiliriz? ... (Türküm) diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe hıyaneti görülenler varsa cezalandırmaktan başka çare yoktur.

Ziya Gökalp İslam ümmetindenim der ama asla ümmetçilik yapmaz. İslam Birliği kurmak isteyenleri şiddetle uyarır. Müslümanların kurtuluşunun milli vicdana sarılmalarında bulur. Bu görüşlerini Türkçülüğün Esasları isimli eserinde şöyle anlatır:

“… pratik tecrübeler gösterdi ki, İslâm Birliği, bir taraftan teokrasi ve klerikalizm gibi gerici akımları doğurduğundan, öte yandan da İslâm dünyasında milliyet mefkûrelerinin ve milli vicdanların uyanmasına karşı bulunduğundan, Müslüman kavimlerin ilerlemelerine engel olduğu gibi, istiklallerine de manidir. Çünkü İslâm dünyasında milli vicdanın gelişmesi sekteye uğratmak, Müslüman milletlerin istiklallerine engel olmak demektir.

O halde ne yapmalı? Her şeyden önce gerek memleketimizde gerek diğer İslâm ülkelerinde daima milli vicdanı uyandırmağa ve kuvvetlendirmeğe çalışmalı. Çünkü bütün terakkilerin kaynağı milli vicdan olduğu gibi, milli istiklalin doğuş yeri de dayanağı da odur.

Osmanlı devletinin son bulmasında, milli duyguların gelişmesinin ve milliyetçi akımların gelişmesinin büyük rol oynadığına inanır. Bu bakımda Akçura ile aynı düşüncededir. Bu bakımdan Osmanlıcılığı kabule değer görmez. Osmanlıcıları da şöyle eleştirir:

“…bu Osmanlıcılar hiç düşünemiyorlardı ki, her ne yapsalar, bu yabancı milletler, Osmanlı topluluğundan ayrılmağa çalışacaklardır. Çünkü artık yüzlerce milletten mürekkep olan sun’i toplulukların devamına imkân kalmamıştır. Bundan sonra, her millet ayrı bir devlet olacak, mütecanis, samimi, tabii bir cemiyet hayatı yaşayacaktır. “ 

“Görülüyor ki, son yüzyıllarda, milli vicdanın uyandığı yerlerde, artık imparatorluk kalamıyor. Sömürge hayatı devam edemiyor.” 

Ziya Gökalp’e göre batı medeniyetinden olmak, onların terbiyesini, harsını, kültürünü benimsemek anlamını taşımaz. Terbiye ve kültür milli olmalı ama batıya ait bazı değerleri kabullenmeliyiz. Bu konunun anlaşılması için yazdıklarından bazı örnekler vermek istiyorum:

“Hususiyle, biz modern bir cemiyet olduğumuz için, terbiyemizin millî olmasını temine çalışmamız kâfidir. Terbiyemiz millî olduğu gün, ister istemez modern de olacaktır. Bizim için millî terbiyenin olması gayesi, aynı zamanda modern terbiyenin de içinde vardır. Avrupa’dan ne kıymet hükümleri, ne kültür ne de terbiye almak mecburiyetinde değiliz.”

“…O halde, bu makalemizi şöyle bir neticeyle bitirelim: Kültür ve terbiye bakımından Avrupa medeniyetine muhtaç olmadığımız halde, teknoloji ve öğretim yönüyle ona, son derece muhtacız. Avrupa’nın bütün teknolojisini almaya çalışalım; fakat, kültürümüzü yalnız kendi vicdanımızda arayalım.

Milli terbiye ve modern eğitim: İşte öğretim sahasında hedef edineceğimiz gaye!..”  (13)

“Hukuk, ahlâk, ve felsefe ve iktisatta usuller ve sistemler Avrupalı olmalı, fakat ruh tamamiyle halka, hayata uygun ve milli bulunmalıdır.

İşte, bu usulleri takip etmek şartiyle, Avrupa medeniyetini milli kültürümüzle kaynaştırabiliriz. Her milli kültür kendi istiklalini muhafaza edebilmek için, milletlerarası medeniyeti benimsemek zorundadır.” 

Ziya Gökalp kominist değildir ama koministlere de düşman gözü ile bakmaz. Sosyalizmi Türk kültürüne uygun bulmaz. Sosyalizmi ret ederken temel gerekçesi Türklerin hürriyet ve istiklallerini sevmeleridir. Türklerin eşitliği sevdikleri için ferdiyetçi de olamayacaklarını söyler ve başka bir sistem önerir; okuyalım:

“Türkler, hürriyet ve istiklali sevdikleri için, iştirakçi (komünist) olamazlar. Fakat eşitliği sevdiklerinden dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk kültürüne en uygun olan sistem solidarizim yani tesanütçülüktür. Ferdi mülkiyet, sosyal dayanışmaya yaradığı nispette meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yalnız, sosyal dayanışmaya yaramayan ferdî mülkiyetler varsa, bunlar meşru sayılmaz. Bundan başka mülkiyet yalnız ferdî olmak lâzım gelmez. Ferdi mülkiyet gibi, sosyal mülkiyet de olmalıdır.”

“Demek ki, Türklerin sosyal mefkuresi, ferdî mülkiyeti kaldırmaksızın, sosyal servetleri fertlere kaptırmamak, umumun menfaatine sarf etmek üzere muhafazasına ve üretilmesine çalışmaktır.” 

Ziya Gökalp, birçok hususta olduğu gibi iktisatta da milli olmanın yanındadır. Liberal politikalar da tıpkı Akçura gibi karşıdır. “Açık kapı” siyasetlerinin Türkiye’yi sanayileşmiş ülkelere bağımlı kılacağını söyler. Türkiye’nin kendi şartlarına uygun bir ekonomik program geliştirmesinden yanadır ve bunun için de Türk iktisatçılarını göreve çağırır: 

“…İngiltere için faydalı olan tek usul, gümrüklerin serbest olması kaidesi, yani açık kapı siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük sanayie sahip olmamış milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi sanayi memleketlerine iktisatça esir olması neticesini verecektir.

Türk İktisatçılarının ilk işi, evvelâ Türkiye’nin iktisadî gerçeklerini tespit, sonra da bu objektif tetkiklerden milli iktisadımız için ilmî ve esaslı bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten sonra, memleketimizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu program dairesinde çalışmalı ve İktisat Vekâleti de bu ferdî faaliyetlerin başında umumi bir düzenleyici vazifesini görmelidir.”

Ziya Gökalp, Türkçülük konusundaki düşüncelerini aşağıdaki metinde adeta özetlemiştir. Özetle de kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin arkasında temel olarak Türkçülüğün siyasi mefkuresinin bulunduğunu anlatmıştır. Halkçılık ve Türkçülüğü aynı kefede gören Ziya Gökalp, Türkçülük ve halkçılığı Türk milletinin geleceğini belirlemesi gereken iki temel görüş olması gerektiğini söylemiştir.

“Türkçülük, siyasi bir parti değildir; ilmî ve felsefî bir mekteptir. Başka bir deyimle, kültürel bir çalışma ve yenileşme yoludur. Bu sebeple ki Türkçülük, şimdiye kadar, bir parti şeklinde siyasi mücadele hayatına atılmadı. Bundan sonra da şüphesiz atılmayacaktır.

Bununla beraber, Türkçülük büsbütün siyasî mefkûrelere bigâne kalamaz. Çünkü, Türk kültürü, başka mefkûrelerle beraber, siyasî mefkûrelere de sahiptir. Meselâ, Türkçülük hiçbir zaman klerikalizmle, teokrasi ile, istibdatla bağdaşamaz. Türkçülük, modern bir akımdır ve ancak modern mahiyette bulunan akımlarla ve mefkûrelerle bağdaşabilir. İşte bu sebepledir ki, bugün Türkçülük Halk Fırkası’na (partisi) yardımcıdır. Halk Fırkası, hükümranlığı millete yani Türk halkına verdi. Devletimiz Türk Türkiye ve halkımıza Türk Milleti adlarını verdi. Halbuki Anadolu inkılabına kadar devletimizin, hatta milletimizin adları Osmanlı kelimesi idi. Türk kelimesi ağıza alınmazdı. Hiç kimse “ben Türküm” demeğe cesaret edemezdi. Son zamanda Türkçüler böyle bir iddiaya kalkıştıkları için, sarayın ve eski kafalıların nefretini üzerlerine çektiler. İşte, Halk Fırkası’nın annesi Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti, büyük kurtarıcımız olan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin doğru yolu göstermesi ve öncü olmasıyla bir yandan Türkiye’yi düşman saldırılarından kurtarırken, öte yandan da devletimize, milletimize, dilimiz hakiki adlarını verdi ve siyasetimizi istibdadın ve yabancı unsurlar siyasetinin son izlerinden bile kurtardı. Hatta diyebiliriz ki, Müdafaa-yi Hukuk Cemiyeti, hiç haberi olmadan, Türkçülüğün siyasî programını tatbik etti. Çünkü hakikat birdir, iki olmaz…Türkçülükle halkçılığın aynı programda birleşmeleri, ikisinin de maksada ve gerçeğe uygun olmasının bir neticesidir.

Gelecekte de halkçılık ve Türkçülük el ele vererek, mefkûreler âlemine doğru beraber yürüyeceklerdir. Her Türkçü siyaset sahasında halkçı kalacaktır, her halkçı da kültür sahasında Türkçü olacaktır." 

Hiç yorum yok: