ÖCALAN’IN DEĞİL AMERİKA’NIN ÇAĞRISI
Öcalan’ın çağrısı aslında Amerika’nın Türkiye’ye bir dayatmasıdır. PKK’yı kuran, silahlandıran, yöneten esas olarak Amerika’dır. Öcalan’ın PKK üzerinde herhangi bir otoritesi yoktur. Amerika’ Türkiye’den ne istediğini Öcalan’ın ağzında dile getiriyor.
Bu onun bir yöntemidir; daha önce de nasıl bir Türkiye arzu ettiğini Graham Fuller isimli CIA ajanı aracılığıyla duyurmuştu. Aslında bu duyurular Amerika’nın bize dayatmalarıdır. Ne diyor Fuller okuyalım:
“…Türkiye nüfusunun iç yapısı geçmişte, genel olarak açıkça kabul edilmeyen bir şekilde, çok ‘etnik’ görünüyor: Türkiye ‘çok’ etnik unsurlu, çok ‘dinli’ bir toplumun sorunlarını nasıl halledeceğini sorusuyla uğraşıyor.”
“…evet! Türkiye çok ‘etnik’ bir ülkedir ve bu gerçeği kabul etmelidir; bu gerçeğin kabulü daha gürbüz, çekici ve başarılı ‘yeni’ bir Türk devletinin başlangıcı olabilir…”
“…Türkiye, Kürt sorununu ve siyasette İslâm sorununu ‘demokratik yollardan’ çözmelidir.”
“…PKK’nın çökertilmesi, Kürt sorununun bitmesi anlamına gelmiyor, Kürt sorunu, temelde, Kürt kimliğinin tanınması, ifade edilmesi talebedir.”
Amerika, PKK’ya iki görev yüklemişti: Birinci ve esas görevi, Kürt kimliğini Türkiye kamuoyuna ve devlet yetkililerine kabul ettirmek.
İkincisi, silah kullanarak ve terör yaratarak Türkiye’nin Güneydoğu’sunda Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğine son vermek ve Batı emperyalizminin 1900’li yıllardan beri kurmak istediği kukla devlet Kürdistan’a toprak sağlamak.
Amerika, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türk Emniyet Teşkilatı’nın özellikle 2014 yılı, temmuz ayından itibaren yürüttüğü silahlı mücadele sonunda PKK’nın ikinci görevini yerine getiremeyeceğini anladı, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’ne bu çağrıyı yaptı.
PKK kendisine verilen esas görevi ise başarı ile tamamladı, Öcalan’ın çağrısı bu başarının sonucudur.
Bu çağrıyı Süleyman Sıtkı Önder’in şu
açıklamasıyla birlikte değerlendirmek lazım: “Pratikte PKK’nın silahları
bırakması, kendini feshi, hukuki boyutların tanınmasını gerektirir.”
Hukuki boyutların tanınmasından amaç, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek milletli milli devlet olma özelliğinden vazgeçmesidir.
Binali Yıldırım’ın çağrının hemen arkasında Anayasadaki vatandaşlık tarifinin değişmesi gerekir demesi durumun vahametini gösteriyor. Graham Fuller’in yani Amerika’nın isteği de tam da budur.
Türkiye’yi bölme projesinin gerçekleşmesi için önce Türk milletinin Türk-Kürt diye bölünmesi gerekiyordu. Geldiğimiz noktada bunun gerçekleşmek üzere olduğunu görüyoruz. İki milletli devletin sonu önce özerk yönetimler, arkasından iki devlete ayrılmadır.
Güneydoğumuzun bizden koparılmasına Türk milletinin izin vermeyeceğini bildikleri için, “sakaldan kıl koparma taktiği” uyguluyorlar. Bir insanın sakalını bir günde yolmaya kalkarsanız, büyük tepki alırsınız ama her gün bir kıl koparırsanız, bir kıl için tepki almazsınız; bir süre sonra adam sakalsız kalır.
İlk olarak Anayasa değiştirilir, mahalli idarelerin yetkileri artırılır, eğitim yerel yönetimlere verilir, anadilde eğitim serbest hale getirilir, yerel yönetimlerin gelir kaynakları artırılır, mali özerklik verilir, bazı iller bir araya getirilerek güneydoğuda bir eyalet oluşturulur ve bu bölgeye yerel özerklik verilir. Daha sonra, Irak, Suriye ve Türkiye’deki yerel yönetimler bir federasyon altında birleştirilir ve devlete dönüştürülür.
Irak’ta ve Suriye’de fiilen iki özerk yönetim oluşmuş durumdadır. Bu iki özerk bölgeye Güneydoğu Anadolu’da kurulması düşünülen özerk yönetim katılırsa Sevr hortlamış olacak.
10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr Anlaşmasının 62, 63 ve 64. maddelerinde, bu istek, daha açık şekilde ortaya konulmuştur. Sevr antlaşmasına göre Fırat’ın doğusunda İtilaf devletlerinin kontrolünde mahalli muhtariyet oluşturulacak; bir yıl sonra ise Kürt ahali eğer isterse ve Cemiyeti Akvam da onaylarsa Türkiye bu bölgede hiçbir hak iddia etmeyecekti. Yani Fırat’ın doğusu Türkiye’den koparılıp alınacaktı. Böylece kukla Kürdistan kurulacaktı.
Bu çağrıdan anlaşılıyor ki, amaçlarına silahlı güçleri kullanarak ulaşamayan Batı emperyalizmi bu çağrı ile yeni bir aşamayı başlattı. Sert güç olarak kullandığı PKK’yı feshetmiş gibi gösterecek ve yumuşak güçlerin faaliyetlerini hızlandıracak ve sonuca yumuşak güçler aracılığı ile gidecek.
Kimdir bu yumuşak güçler derseniz sıralayalım: Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, gazeteler, televizyonlar, akademisyenler, sosyal medya grupları ve troller.
Emperyalist güçler, bunları kullanarak ve sakaldan kıl koparma taktiği uygulayarak Türkiye’yi bölecekler, tabii güçleri yeterse.
Sert güç ile başaramadıklarını yumuşak güçle de başaramayacaklar. Biz Türk milletine güveniyoruz. Onun milli güçleri birleşecek ve Sevr’e doğru giden süreci siyaseten durduracaklardır.
Gafillere ve hainlere Atatürk’ün şu sözlerini hatırlatalım:
Atatürk bir coğrafya kitabında şunları yazmış:
“Türkiye bugün yalnız Türklerin yerleşmiş olduğu araziden mürekkeptir. Türk olmayanlar, Türklüğe yabancı olanlar vatan haricinde kalmış veya çıkarılmış bu suretle milli birlik temin edilmiştir. Fakat birçok Türk vatandaşımız Lozan müdahalesiyle çizilen yeni hudutlarımız haricinde kalmıştır. Türkiye’de ekalliyet teşkil eden unsurlar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerden ibarettir.”
Ve bir konuşmasında da şöyle diyor:
“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri, propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar birkaç düşman aleti, mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde elemden başka bir tesir hasıl etmemiştir.”
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı; hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
Ve son söz:
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye
Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder