AMERİKAN RÜYASI BİTTİ
Eskilerin ‘Düvel-i Muazzama’ dediklerine bugün ‘sistem’ ya
da Batılı emperyalist güçler diyebilirsiniz. Geçmişte bu güçlerin başını
İngiltere ve Fransa çekerdi, şimdilere bu görevi Amerika yüklenmiş durumda.
Türkiye Cumhuriyet, bu Düvel-i Muazzama’ya karşı savaşarak tam bağımsız bir
ülke oldu.
Ne yazık ki, 1938’den sonra, Türkiye tam bağımsızlık
anlayışını bir kenara itti ve Sistem’e bağlanmaya başladı. Bu tarihten sonra, bağımsızlık ile birlikte
Kemalizm de yok olmaya başladı.
1939-1950 yılları, İnönü’nün milli şef olarak ülkeyi
yönettiği yıllardır. Batı’ya bağlanmanın başladığı bu yıllarda bri yandan
Atatürk döneminin etkileri sürerken, öbür yandan önce İngiltere ve Fransa ile
yapılan Üçlü İttifak Antlaşması’yla ve daha sonra da Amerika ile yapılan ikili
Antlaşmalarla Türkiye emperyalizmin etkisine girmeye başladı. 19 Ekim 1939Da
antlaşmanın imza töreninde konuşan dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu, “Türkiye,
bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine vermiştir.” dedi.
Atatürk’ün devamlı Dışişleri bakanlığını yapan Tevfik Rüştü
Aras anlaşma için, “Yararını ve kimlere karşı olduğunu hâlâ anlamış değilim,
zararları ise meydanda” dedi. Bu ittifak anlaşması ile Kemalist dış politika
terk edilmiş oldu. Böylece Batı’ya bağlanma süreci de başladı.
Atatürk hastalığı döneminde, “Türkiye tarafsız kalmalıdır.
Herhangi bir ittifak içine girmemelidir. Diyor ve “İngiltere, Fransa, Amerika
ve diğer Batılı devletler ile siyasetimizi çok dikkatli tespit etmeli ve ilişkilerimizi
mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz” diyerek vasiyette bulunmuştu.
AMERİKA İLE YAPILAN İKİLİ ANTLAŞMALAR
İnönü’nün Amerika ile yaptığı ilk anlaşma ekonomi ile
ilgiliydi. 5 Nisan 1939 tarihinde, ABD’ye ticari imtiyazlar tanıyan ir anlaşma
yapıldı. Bu anlaşma ile Amerika sanayi mallarına %12 ile %80 arasında gümrük
indirimi uygulanmaya başlandı.
Bunu diğer anlaşmalar takip etti. 23 Şubat 1945’de “Borç
Verme ve Kiralama Anlaşması”, 27 Şubat 1946’da “Kredi Anlaşması”, 7 Mayıs
1946’da “Borçların Tasfiyesi İle ilgili Anlaşma”, 12 Temmuz 1947’de “Askeri
Yardım Anlaşması”, 27 Aralık 1949’da “Eğitim Anlaşması” imzalandı.
Amerikan himayesine sığınmamızın tarihi ise daha eski; 12
Temmuz 1947 tarihinde ABD ile imzalanan askeri yardım anlaşması Truman
Doktrini’nin bir sonucudur. İnönü’yü de
çok mutlu etmiş ve halka da şu şekilde takdim etmiştir: “Büyük Amerika
Cumhuriyeti’nin memleketimiz ve milletimiz hakkında, beslemekte olduğu yakın
dostluk duygularının yeni bir örneğini teşkil eden bu sevinçli olayı, her Türk
candan alkışlamalıdır.”
Anlaşmanın başlangıcı ise oldukça ilginç: “Türkiye Hükümeti,
Türkiye'nin hürriyetini ve bağımsızlığını korumak için İhtiyacı olan güvenlik
kuvvetlerinin takviyesini temin ve aynı zamanda ekonomisinin istikrarını
muhafazaya devam maksadıyla Birleşik Devletler Hükümetinin yardımım
istediğinden; ve…”
Durum apaçık ortada, tam bağımsızlık ilkesi doğrultunda,
emperyalizme karşı savaşarak devlet kurmuş Türk milletinin hükümeti, en büyük
emperyalist devletten özgür ve bağımsız kalmak için yardım dilenmiş.
DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI
1950 yılında iktidar olan Demokrat Parti de Amerika’ya
bağımlı politikalar izlemeye devam etti. Dış politikadaki ilk icraatı, Kore’ye
asker göndermek oldu. Arkasında NATO’ya girildi. Emperyalizme karşı Milli
Kurtuluş Savaşı veren Cezayir, Fas ve Tunus’a değil de Batılı güçlere destek
verildi.
Ekonomik olarak da Amerika’ya büyük tavizler verildi.
“Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” ve “Petrol kanunu” çıkarıldı. Batılı
kaynaklardan aşırı miktarda borç alındı. O kadar çok borçlanıldı ki, Türkiye bu
borçları ödeyemez duruma geldi.
Daha Önce İnönü hükümetinin bakanı olan Nihat Erim, Türkiye
küçük Amerika olacaktır” demişti. Aynı sözü Celal Bayar da dile getirdi.
DP parti bağımlılığı o denli artırdı ki, herhangi bir tehdit
durumunda ve çağrı üzerine, Amerika’nın Türkiye’ye askeri müdahale etme
yetkisini bile verdi.
1980 DARBESİ
Amerika bir ülkede yönetime el koymak isterse, o ülkede önce
bir kaos ortamı oluşturur. Arkasından da kurtarıcı olarak kendi adamını başa
geçirir. 1980 darbesi de bu yöntemle gerçekleşti. Sonuçta Türkiye hem siyasi
hem de ekonomik olarak Amerika’ya iyice bağlandı ve yarı uydu durumuna düştü.
Özal ekonomiyi tamamen Batı’nın büyük sermayesinin
kontrolüne verdi. Serbest ticaret ve dünya ile bütünleşme adı altında
kaynaklarımız sömürüye açık hale getirildi. Türkiye borç batağına batmağa
başladı.
Toplumda Batı hayranlığı o dereceye ulaştı ki, emperyalizmin
ülkeyi nasıl soyup soğana çevirdiği halkımız tarafından anlaşılamadı.
Antiemperyalist bilinç yok edildi. Atatürk övülerek, Kemalizm yok edildi.
Atatürkçülük, Batı tarzı bir hayat yaşamak şeklinde algılanmaya başlandı.
ERDOĞAN GÜL FETHULLAH DÖNEMİ
Ülkede ekonomik kriz yaratılarak Kemal Derviş Amerika’dan
kurtarıcı olarak gönderildi. Derviş özelleştirilmelerin hızlanmasını sağladı.
Batı sermayesine güvence veren ve ülkeye girişi kolaylaştıran yasal
düzenlemeler yaptırdı. Bunla da yetinmedi, AKP’nin iktidara gelmesi için,
Ecevit hükümetinin desteğini dağıttı ve ülkenin 2002 yılında seçime gitmesinin
şartlarını hazırladı.
2002 Milletvekili seçimleri bir Amerikan projesiydi. Bu
seçimin sonucunda Amerika’ya bağlılık sözü veren Erdoğan, Gül ve Fethullah
üçlüsü iktidar oldu. Amerika’nın istediği olmuştu. Başta BOP olmak üzere
Türkiye ile ilgili projelere evet diyecek ve destekleyecek bir iktidar
oluşmuştu.
Abdullah Gül, Colin Powell ile imzaladığı, 2 sayfa, 9
maddelik anlaşmanın gerekleri yapılmaya başlandı. Ergenekon, Balyoz gibi
kumpaslarla, aralarında başta Genel Kurmay Başkanı ve yüzlerce subay ve Vatan
partisi yöneticileri olmak üzere Amerika projelerine direnecek güçler hapislere
atıldı.
PKK ve onun lideri Öcalan ile birlikte, içinde Türk sözcüğü
geçmeyen ve Türkiye’yi bölünmeye götürecek olan bir anaysa yapılması için
çalışmalar başladı. PKK’nın Güneydoğu bölgesinde egemen olmasına izin verildi.
FETÖ üyeleri devletin tüm kurumlarına yerleştirildi. Açılım süreci adı altında
Türkiye’nin bölünmesi için çalışmalar hızlandı. Amerika ne istediyse olmaya
başladı.
BAĞLAR ÇÖZÜLMEYE BAŞLANDI
Ne olduysa, 2014 yılında oldu. Türkiye’nin milli güçleri,
1940’lı yıllardan bu yana bağlandığı Amerika’dan Türkiye’yi koparmaya
başladılar. Önce Silivri duvarları yıkıldı ve vatan sever aydınlar ve askerler
özgürlüğüne kavuştu. Yeni bir anayasa yapılmasından vazgeçildi. Açılım
siyasetlerine son verildi. PKK, 24 Temmuz’dan itibaren, Güney Doğu’da kendi
açtığı hendeklere gömüldü.
Amerika bu gelişmelere, 15/16 Temmuz 2015 gecesi TSK
içerisine yerleşmiş FETÖ unsurları ile bir darbe teşebbüsünde bulunarak cevap
verdi. O gece Ankara ve İstanbul’da Türk-Amerikan savaşı cereyan etti. Kahraman
ordumuz, polislerimiz ve halkımız Amerika’yı yendi. FETÖ adlı Gladio büyük
darbe aldı. Milletimiz de Amerika’nın gerçek yüzünü görmüş oldu.
Amerika’nın ‘Kürdistan’ adı altında kurmak istediği ikinci
İsrail devleti TSK’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ile
önlendi.
Atatürk’ün ölümü ile bağlandığımız Atlantik sistemi ve
Amerika ile aramız açıldı. Bağlar teker teker sökülmeye başladı. Hem de
Amerika’nın iktidar olması için büyük çaba harcadığı bir iktidar döneminde…
AMERİKA’NIN YENİ İKTİDAR PROJESİ
Amerikan devletinin önemli bir kurumu olan Rand
Corporation’ın Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili, “Türkiye’nin
Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı raporu ve birlikte
Türkiye’deki siyasi gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, Amerika’nın yeni
bir iktidar projesi yürütmekte olduğu görülüyor.
Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip
etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığını yazıp ağlarken, diğer
yandan da ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını
anlatıyor.
60 yılı aşkın bir süredir, Akdeniz bölgesinde ve Batı
Asya’da Türkiye ve Amerika’nın stratejik ortak olduğu yazılarak başlayan
raporun bir yerinde şöyle diyor: “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan,
MHP’li ortaklarının teşviki ile farklı derecelerde ABD ve diğer NATO
müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma
politikaları izleyecek gibi görünüyor. Türkiye’de bu dönemde uygun bir
koalisyon ortaya çıkacak, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan ayıracak
olursa, 2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri
canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet
partisinden daha uzlaşmacı bir yaklaşım beklenebilir.”
Amerika’nın güvendiği ‘üç muhalefet partisi’ belli: CHP,
İYİP ve HDP. Siz buna SP ve Gül, Babacan, Davutoğlu ekibini de katın işte size
yeni iktidar modeli. Bu
Abdullah Gül’ün “Siyasal İslam çöktü”, “Muhafazakârlar
ulusalcı oldu” sözleri de dikkate alındığında, Amerika’nın artık siyasal
İslamcılarla birlikte hareket etmekten vazgeçtiği anlaşılıyor. Anlaşılan, Amerika’nın
yeni ortakları sahte solcular, poster Atatürkçüleri, NATO bağımlısı Türkçüler
ve Batıcı liberaller olacak.
Bu modelin iktidar olma şansı yok çünkü milletimizin büyük
çoğunluğu Amerika’nın gerçek yüzünü artık görüyor. Atlantik sistemi içinde kaldıkça
sorunlarının ağırlaşacağının farkında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder