5 Mart 2020 Perşembe

AMERİKAN RÜYASI BİTTİ                                                                                                                                                              

Eskilerin ‘Düvel-i Muazzama’ dediklerine bugün ‘sistem’ ya da Batılı emperyalist güçler diyebilirsiniz. Geçmişte bu güçlerin başını İngiltere ve Fransa çekerdi, şimdilere bu görevi Amerika yüklenmiş durumda. Türkiye Cumhuriyet, bu Düvel-i Muazzama’ya karşı savaşarak tam bağımsız bir ülke oldu.

Ne yazık ki, 1938’den sonra, Türkiye tam bağımsızlık anlayışını bir kenara itti ve Sistem’e bağlanmaya başladı.  Bu tarihten sonra, bağımsızlık ile birlikte Kemalizm de yok olmaya başladı.

1939-1950 yılları, İnönü’nün milli şef olarak ülkeyi yönettiği yıllardır. Batı’ya bağlanmanın başladığı bu yıllarda bri yandan Atatürk döneminin etkileri sürerken, öbür yandan önce İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü İttifak Antlaşması’yla ve daha sonra da Amerika ile yapılan ikili Antlaşmalarla Türkiye emperyalizmin etkisine girmeye başladı. 19 Ekim 1939Da antlaşmanın imza töreninde konuşan dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu, “Türkiye, bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine vermiştir.” dedi.

Atatürk’ün devamlı Dışişleri bakanlığını yapan Tevfik Rüştü Aras anlaşma için, “Yararını ve kimlere karşı olduğunu hâlâ anlamış değilim, zararları ise meydanda” dedi. Bu ittifak anlaşması ile Kemalist dış politika terk edilmiş oldu. Böylece Batı’ya bağlanma süreci de başladı.

Atatürk hastalığı döneminde, “Türkiye tarafsız kalmalıdır. Herhangi bir ittifak içine girmemelidir. Diyor ve “İngiltere, Fransa, Amerika ve diğer Batılı devletler ile siyasetimizi çok dikkatli tespit etmeli ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz” diyerek vasiyette bulunmuştu.

AMERİKA İLE YAPILAN İKİLİ ANTLAŞMALAR

İnönü’nün Amerika ile yaptığı ilk anlaşma ekonomi ile ilgiliydi. 5 Nisan 1939 tarihinde, ABD’ye ticari imtiyazlar tanıyan ir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma ile Amerika sanayi mallarına %12 ile %80 arasında gümrük indirimi uygulanmaya başlandı.  

Bunu diğer anlaşmalar takip etti. 23 Şubat 1945’de “Borç Verme ve Kiralama Anlaşması”, 27 Şubat 1946’da “Kredi Anlaşması”, 7 Mayıs 1946’da “Borçların Tasfiyesi İle ilgili Anlaşma”, 12 Temmuz 1947’de “Askeri Yardım Anlaşması”, 27 Aralık 1949’da “Eğitim Anlaşması” imzalandı.

Amerikan himayesine sığınmamızın tarihi ise daha eski; 12 Temmuz 1947 tarihinde ABD ile imzalanan askeri yardım anlaşması Truman Doktrini’nin bir sonucudur.  İnönü’yü de çok mutlu etmiş ve halka da şu şekilde takdim etmiştir: “Büyük Amerika Cumhuriyeti’nin memleketimiz ve milletimiz hakkında, beslemekte olduğu yakın dostluk duygularının yeni bir örneğini teşkil eden bu sevinçli olayı, her Türk candan alkışlamalıdır.”

Anlaşmanın başlangıcı ise oldukça ilginç: “Türkiye Hükümeti, Türkiye'nin hürriyetini ve bağımsızlığını korumak için İhtiyacı olan güvenlik kuvvetlerinin takviyesini temin ve aynı zamanda ekonomisinin istikrarını muhafazaya devam maksadıyla Birleşik Devletler Hükümetinin yardımım istediğinden; ve…”

Durum apaçık ortada, tam bağımsızlık ilkesi doğrultunda, emperyalizme karşı savaşarak devlet kurmuş Türk milletinin hükümeti, en büyük emperyalist devletten özgür ve bağımsız kalmak için yardım dilenmiş.

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI

1950 yılında iktidar olan Demokrat Parti de Amerika’ya bağımlı politikalar izlemeye devam etti. Dış politikadaki ilk icraatı, Kore’ye asker göndermek oldu. Arkasında NATO’ya girildi. Emperyalizme karşı Milli Kurtuluş Savaşı veren Cezayir, Fas ve Tunus’a değil de Batılı güçlere destek verildi.

Ekonomik olarak da Amerika’ya büyük tavizler verildi. “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” ve “Petrol kanunu” çıkarıldı. Batılı kaynaklardan aşırı miktarda borç alındı. O kadar çok borçlanıldı ki, Türkiye bu borçları ödeyemez duruma geldi.

Daha Önce İnönü hükümetinin bakanı olan Nihat Erim, Türkiye küçük Amerika olacaktır” demişti. Aynı sözü Celal Bayar da dile getirdi.

DP parti bağımlılığı o denli artırdı ki, herhangi bir tehdit durumunda ve çağrı üzerine, Amerika’nın Türkiye’ye askeri müdahale etme yetkisini bile verdi.

1980 DARBESİ

Amerika bir ülkede yönetime el koymak isterse, o ülkede önce bir kaos ortamı oluşturur. Arkasından da kurtarıcı olarak kendi adamını başa geçirir. 1980 darbesi de bu yöntemle gerçekleşti. Sonuçta Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak Amerika’ya iyice bağlandı ve yarı uydu durumuna düştü.

Özal ekonomiyi tamamen Batı’nın büyük sermayesinin kontrolüne verdi. Serbest ticaret ve dünya ile bütünleşme adı altında kaynaklarımız sömürüye açık hale getirildi. Türkiye borç batağına batmağa başladı.

Toplumda Batı hayranlığı o dereceye ulaştı ki, emperyalizmin ülkeyi nasıl soyup soğana çevirdiği halkımız tarafından anlaşılamadı. Antiemperyalist bilinç yok edildi. Atatürk övülerek, Kemalizm yok edildi. Atatürkçülük, Batı tarzı bir hayat yaşamak şeklinde algılanmaya başlandı.

ERDOĞAN GÜL FETHULLAH DÖNEMİ

Ülkede ekonomik kriz yaratılarak Kemal Derviş Amerika’dan kurtarıcı olarak gönderildi. Derviş özelleştirilmelerin hızlanmasını sağladı. Batı sermayesine güvence veren ve ülkeye girişi kolaylaştıran yasal düzenlemeler yaptırdı. Bunla da yetinmedi, AKP’nin iktidara gelmesi için, Ecevit hükümetinin desteğini dağıttı ve ülkenin 2002 yılında seçime gitmesinin şartlarını hazırladı.   
2002 Milletvekili seçimleri bir Amerikan projesiydi. Bu seçimin sonucunda Amerika’ya bağlılık sözü veren Erdoğan, Gül ve Fethullah üçlüsü iktidar oldu. Amerika’nın istediği olmuştu. Başta BOP olmak üzere Türkiye ile ilgili projelere evet diyecek ve destekleyecek bir iktidar oluşmuştu.

Abdullah Gül, Colin Powell ile imzaladığı, 2 sayfa, 9 maddelik anlaşmanın gerekleri yapılmaya başlandı. Ergenekon, Balyoz gibi kumpaslarla, aralarında başta Genel Kurmay Başkanı ve yüzlerce subay ve Vatan partisi yöneticileri olmak üzere Amerika projelerine direnecek güçler hapislere atıldı.

PKK ve onun lideri Öcalan ile birlikte, içinde Türk sözcüğü geçmeyen ve Türkiye’yi bölünmeye götürecek olan bir anaysa yapılması için çalışmalar başladı. PKK’nın Güneydoğu bölgesinde egemen olmasına izin verildi. FETÖ üyeleri devletin tüm kurumlarına yerleştirildi. Açılım süreci adı altında Türkiye’nin bölünmesi için çalışmalar hızlandı. Amerika ne istediyse olmaya başladı.

BAĞLAR ÇÖZÜLMEYE BAŞLANDI

Ne olduysa, 2014 yılında oldu. Türkiye’nin milli güçleri, 1940’lı yıllardan bu yana bağlandığı Amerika’dan Türkiye’yi koparmaya başladılar. Önce Silivri duvarları yıkıldı ve vatan sever aydınlar ve askerler özgürlüğüne kavuştu. Yeni bir anayasa yapılmasından vazgeçildi. Açılım siyasetlerine son verildi. PKK, 24 Temmuz’dan itibaren, Güney Doğu’da kendi açtığı hendeklere gömüldü.

Amerika bu gelişmelere, 15/16 Temmuz 2015 gecesi TSK içerisine yerleşmiş FETÖ unsurları ile bir darbe teşebbüsünde bulunarak cevap verdi. O gece Ankara ve İstanbul’da Türk-Amerikan savaşı cereyan etti. Kahraman ordumuz, polislerimiz ve halkımız Amerika’yı yendi. FETÖ adlı Gladio büyük darbe aldı. Milletimiz de Amerika’nın gerçek yüzünü görmüş oldu.

Amerika’nın ‘Kürdistan’ adı altında kurmak istediği ikinci İsrail devleti TSK’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ile önlendi. 

Atatürk’ün ölümü ile bağlandığımız Atlantik sistemi ve Amerika ile aramız açıldı. Bağlar teker teker sökülmeye başladı. Hem de Amerika’nın iktidar olması için büyük çaba harcadığı bir iktidar döneminde…

AMERİKA’NIN YENİ İKTİDAR PROJESİ

Amerikan devletinin önemli bir kurumu olan Rand Corporation’ın Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili, “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı raporu ve birlikte Türkiye’deki siyasi gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, Amerika’nın yeni bir iktidar projesi yürütmekte olduğu görülüyor.  

Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığını yazıp ağlarken, diğer yandan da ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor.

60 yılı aşkın bir süredir, Akdeniz bölgesinde ve Batı Asya’da Türkiye ve Amerika’nın stratejik ortak olduğu yazılarak başlayan raporun bir yerinde şöyle diyor: “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan, MHP’li ortaklarının teşviki ile farklı derecelerde ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor. Türkiye’de bu dönemde uygun bir koalisyon ortaya çıkacak, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan ayıracak olursa, 2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet partisinden daha uzlaşmacı bir yaklaşım beklenebilir.”

Amerika’nın güvendiği ‘üç muhalefet partisi’ belli: CHP, İYİP ve HDP. Siz buna SP ve Gül, Babacan, Davutoğlu ekibini de katın işte size yeni iktidar modeli. Bu

Abdullah Gül’ün “Siyasal İslam çöktü”, “Muhafazakârlar ulusalcı oldu” sözleri de dikkate alındığında, Amerika’nın artık siyasal İslamcılarla birlikte hareket etmekten vazgeçtiği anlaşılıyor. Anlaşılan, Amerika’nın yeni ortakları sahte solcular, poster Atatürkçüleri, NATO bağımlısı Türkçüler ve Batıcı liberaller olacak.

Bu modelin iktidar olma şansı yok çünkü milletimizin büyük çoğunluğu Amerika’nın gerçek yüzünü artık görüyor. Atlantik sistemi içinde kaldıkça sorunlarının ağırlaşacağının farkında.

Ve Türk milleti şunu anladı ki, daha güvenli ve müreffeh bir hayat Avrasya’da mümkün. Zaten Atatürk de “Biz Asyaî bir milletiz” demişti

Hiç yorum yok: