ATATÜRK’E DÖNMEK GEREK
Zor ve çetin günlerden geçiyoruz: Bir yanda ekonomik
sıkıntılar, diğer yanda vatan bütünlüğümüze kastetmiş emperyalist güçlerin
saldırıları…
İktidar sorunları tek başına çözecek yetenekte ve
kararlılıkta görünmüyor.
Meclis içi muhalefet ise halka ümit veremiyor. Ana muhalefet
demokrasi ve adaleti bile Batı’dan dileniyor. Milli güçlere sırtını
dayayacağına Amerika’nın piyonları ile içli dışlı durumda. Ekonomik programı
ise küreselleşme ve liberalleşmeden ibaret. Utanmadan bir de Atatürkçü
geçiniyor.
Yetmezmiş gibi, topluma karamsarlık ve güvensizlik
pompalayan bir medya. Kimisi iktidarın kontrolünde, kimisi de Batı’lı güçlerin.
Bu çetin dönemden çıkışın tek reçetesi var: Atatürk’e
dönmek, onun rehberliğini kabul etmek ve Kemalist devrimi tamamlamak.
Öncelikle toplumun gerçek Atatürk’ü yeniden keşfetmesi
lazım. Bu da ancak Atatürk’ü sahte Atatürkçülerin elinden kurtarmakla olur.
Gün, yeniden “Kuva-yi Milliyeyi âmil ve iradeyi milliyeyi
hâkim kılma” zamanıdır.
MÜDAFAA-İ HUKUK
Türkiye Cumhuriyeti Atatürk önderliğinde Müdafaa-i Hukuk
doktirini temelinde kuruldu. Müdafaa-i Hukuk, yani hakların savunulması.
Atatürk şunları gördü:
Bir tarafta, sömüren ve ezen zalim milletler ve emperyalist
güçler; diğer yanda mazlumlar, sömürülenler.
Bir tarafta paşalar, zadeganlar, ayanlar, kompradorlar;
diğer yanda bunlarla birlikte mültezimlerin, ağaların ezdiği, yolsul ve sefil
bir halk.
Ve daha önemlisi işgal edilmiş bir vatan.
Müdafaa-i Hukuk, başta Türk milleti olmak üzere sömürülen
milletlerin ve ezilen, horlanan ve ellerinden vatanları alınan insanların
haklarını savunmaktır.
Bu durumda ne yapmak gerektiğini Atatürk şöyle açıklar:
“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da
millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti
kurmak...” İşte İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu
topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar
olmuştur...”
Türkiye Cumhuriyeti, işte bu iki temel ilke üzerine kuruldu.
Bu çetin dönemden bu hedeflere doğru yürüyerek çıkabiliriz: “İstiklal-i Tam ve
Hakimiyet-i Milliye.”
“İSTİKLAL-İ TAM” ŞART
Atatürk’e göre tam bağımsızlığın olmazsa olmazları var:
“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî,
iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam
serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan
mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından
mahrumiyeti demektir.”
Peki bu tam bağımsızlık nasıl sağlanacak? Atatürk’ü
dinleyelim:
“....bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve
bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Bu
sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması
esası kabul edilmiştir.”
HAKİMİYET-İ MİLLİYE İÇİN ÖNCE VATAN
Önce vatan; vatanımızı koruyamazsak tam bağımsızlık ve
millet egemenliği hayal olur.
Ordumuz, Cumhuriyet’i yıkmak ve vatan topraklarını bölmek
isteyen PKK ve FETO’ya karşı büyük bir mücadele veriyor. Yalnız da değil,
hakimlerimiz, savcılarımız ve emniyet güçlerimiz de ordumuzun yanında
savaşıyor.
en Atatürkçüyüm diyen
herkesin bu kahramanlarımızla aynı safta olması gerekir. Atatürk’ün en büyük
eseri olan Cumhuriyet’i yıkmak için kahraman Mehmetçiklerimize, polislerimize
kurşun sıkan hainlerin siyasetteki temsilcisi HDP’dir. HDP ile kol kola
girenlerin veya FETO’ya açık, gizli destek verenlerin “Ben Atatürkçüyüm” demeye
hakkı yoktur.
DIŞ POLİTİKADA DA REHBER ATATÜRK
Vatan savaşında başarı, Atatürk’ün dış politikalarına geri
dönerek kolaylaşır.
Atatürk’ün ömrü Batı’nın emperyalist güçleri ile mücadele
etmekle geçmişti. Batı’ya hiç güvenmezdi. Sovyetlerle iyi işbirliği kurmanın
gerektiğine inanırdı. Türkiye'nin dış politikası konusundaki vasiyetini ise
yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü, Atatürk'ün Türk-Sovyet
dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan Atatürk, Kılıç Ali'ye
ölmeden kısa bir süre önce "Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur.
Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir anlaşmanın faydası olur"
demiştir.
Sadabat Paktı’nı (İran, Irak Afganistan) ve Balkan
Antantı’nı (Yunanistan, Yogoslavya, Romanya) kurarak komşularımızla
işbirliğimizi geliştirdi.
KAMU SEKTÖR AĞIRLIKLI PLANLI KALKINMA
Ekonomik sıkıntılarımızı da Atatürk’e dönerek atlatırız.
Dinleyelim Atatürk’ü:
“Endüstrileşmek, en
büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham
maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve
işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek
ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir
zorunluluktur. Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve
bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek
ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.”
“Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı,
yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır.”
1980’li yıllardan bu yana uyguladığımız ve adına
neoliberalizm denilen programın sonuna geldik. Artık Atatürk’ün gösterdiği
yolda yürümek gerekiyor. O yol, devletçilikten ve planlı kalkınma modelinden
geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder