10 Kasım 2019 Pazar


ATATÜRK’E DÖNMEK GEREK

Zor ve çetin günlerden geçiyoruz: Bir yanda ekonomik sıkıntılar, diğer yanda vatan bütünlüğümüze kastetmiş emperyalist güçlerin saldırıları…

İktidar sorunları tek başına çözecek yetenekte ve kararlılıkta görünmüyor.

Meclis içi muhalefet ise halka ümit veremiyor. Ana muhalefet demokrasi ve adaleti bile Batı’dan dileniyor. Milli güçlere sırtını dayayacağına Amerika’nın piyonları ile içli dışlı durumda. Ekonomik programı ise küreselleşme ve liberalleşmeden ibaret. Utanmadan bir de Atatürkçü geçiniyor.

Yetmezmiş gibi, topluma karamsarlık ve güvensizlik pompalayan bir medya. Kimisi iktidarın kontrolünde, kimisi de Batı’lı güçlerin.

Bu çetin dönemden çıkışın tek reçetesi var: Atatürk’e dönmek, onun rehberliğini kabul etmek ve Kemalist devrimi tamamlamak.

Öncelikle toplumun gerçek Atatürk’ü yeniden keşfetmesi lazım. Bu da ancak Atatürk’ü sahte Atatürkçülerin elinden kurtarmakla olur.

Gün, yeniden “Kuva-yi Milliyeyi âmil ve iradeyi milliyeyi hâkim kılma” zamanıdır.

MÜDAFAA-İ HUKUK

Türkiye Cumhuriyeti Atatürk önderliğinde Müdafaa-i Hukuk doktirini temelinde kuruldu. Müdafaa-i Hukuk, yani hakların savunulması.

Atatürk şunları gördü:

Bir tarafta, sömüren ve ezen zalim milletler ve emperyalist güçler; diğer yanda mazlumlar, sömürülenler.

Bir tarafta paşalar, zadeganlar, ayanlar, kompradorlar; diğer yanda bunlarla birlikte mültezimlerin, ağaların ezdiği, yolsul ve sefil bir halk.

Ve daha önemlisi işgal edilmiş bir vatan.

Müdafaa-i Hukuk, başta Türk milleti olmak üzere sömürülen milletlerin ve ezilen, horlanan ve ellerinden vatanları alınan insanların haklarını savunmaktır.

Bu durumda ne yapmak gerektiğini Atatürk şöyle açıklar:

“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak...” İşte İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur...”

Türkiye Cumhuriyeti, işte bu iki temel ilke üzerine kuruldu. Bu çetin dönemden bu hedeflere doğru yürüyerek çıkabiliriz: “İstiklal-i Tam ve Hakimiyet-i Milliye.”

“İSTİKLAL-İ TAM” ŞART

Atatürk’e göre tam bağımsızlığın olmazsa olmazları var:

“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir.”

Peki bu tam bağımsızlık nasıl sağlanacak? Atatürk’ü dinleyelim:

“....bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir.”

HAKİMİYET-İ MİLLİYE İÇİN ÖNCE VATAN



Önce vatan; vatanımızı koruyamazsak tam bağımsızlık ve millet egemenliği hayal olur.

Ordumuz, Cumhuriyet’i yıkmak ve vatan topraklarını bölmek isteyen PKK ve FETO’ya karşı büyük bir mücadele veriyor. Yalnız da değil, hakimlerimiz, savcılarımız ve emniyet güçlerimiz de ordumuzun yanında savaşıyor.

 en Atatürkçüyüm diyen herkesin bu kahramanlarımızla aynı safta olması gerekir. Atatürk’ün en büyük eseri olan Cumhuriyet’i yıkmak için kahraman Mehmetçiklerimize, polislerimize kurşun sıkan hainlerin siyasetteki temsilcisi HDP’dir. HDP ile kol kola girenlerin veya FETO’ya açık, gizli destek verenlerin “Ben Atatürkçüyüm” demeye hakkı yoktur.

DIŞ POLİTİKADA DA REHBER ATATÜRK

Vatan savaşında başarı, Atatürk’ün dış politikalarına geri dönerek kolaylaşır.

Atatürk’ün ömrü Batı’nın emperyalist güçleri ile mücadele etmekle geçmişti. Batı’ya hiç güvenmezdi. Sovyetlerle iyi işbirliği kurmanın gerektiğine inanırdı. Türkiye'nin dış politikası konusundaki vasiyetini ise yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü, Atatürk'ün Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan Atatürk, Kılıç Ali'ye ölmeden kısa bir süre önce "Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir anlaşmanın faydası olur" demiştir.

Sadabat Paktı’nı (İran, Irak Afganistan) ve Balkan Antantı’nı (Yunanistan, Yogoslavya, Romanya) kurarak komşularımızla işbirliğimizi geliştirdi.

KAMU SEKTÖR AĞIRLIKLI PLANLI KALKINMA

Ekonomik sıkıntılarımızı da Atatürk’e dönerek atlatırız. Dinleyelim Atatürk’ü:

 “Endüstrileşmek, en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur. Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.”

“Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır.”

1980’li yıllardan bu yana uyguladığımız ve adına neoliberalizm denilen programın sonuna geldik. Artık Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümek gerekiyor. O yol, devletçilikten ve planlı kalkınma modelinden geçiyor.

Hiç yorum yok: