28 Ekim 2019 Pazartesi


BİZ CUMHURİYETİ SAVAŞARAK KURDUK

Barış Pınarı harekâtı başlar başlamaz, sözüm ona barış yanlıları medya ve sosyal medyadan saldırıya geçtiler. Kullandıkları iki söz vardı; birincisi Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ve ikincisi, Brecht’in “Her savaştan geriye üç ordu kalır. Ölüler ordusu. Yas tutanlar ordusu. Hırsızlar ordusu.”

Barış elbette arzu edilir ama ya zulüm, sömürü, insanın insana kulluğu; bütün bunlar ne olacak? Barış önemli ama özgürlük, bağımsızlık, namus, haysiyet, şeref de önemli. Bütün bunlar için hür bir vatan ve bu vatanda halkın egemenliği gerekir ve bu da savaşlarla elde edilir.

Barış için de savaşmak gerek. Brecht de öyle diyor. Şu sözler savaş çağrısı değil mi?

“Barışsa bir armağan gibi verilmez
insana:
Savaşa karşı
Barış için
Katillerin önüne dikilmek gerek,
" Hayır yaşayacağız!" demek.
İndirin yumruğunuzu suratlarına!”

SAVAŞTIK VE BARIŞI SAĞLADIK

Savaşmasaydık 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayabilir miydik? Savaştık ve kazandık. Vatan kazandık, özgürlük kazandık, bağımsızlık kazandık. Bunlarla birlikte, haysiyet ve şerefimizi kazandık. Hem de ölümü göze alarak:  

“Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki, Türk'ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
O halde, ya istiklâl ya ölüm!”

SAVAŞMAYIP DA NE YAPACAKTIK?

İngiliz, Fransız destekli Yunan ordusu Sakarya önlerine kadar gelmiş; savaşmayıp da ne yapacaktık.  Hem de çok zor şartlarda savaştık.

Yunanlıların Sakarya’ya kadar ilerlemesi bazı mebuslarda karamsarlık yaratır. Meclisin Kayseri’ye taşınması gündeme gelir. Erzurum mebusu Durak Bey söz alır ve şöyle der:

“…Ordu şehir bekçisi değil, ordu istiklâl bekçisidir. Nerede canı isterse orada harbini yapar, ikinci meseleye gelince Büyük Millet Meclisi buradan gitmemelidir. Tam o gün gelmiştir. Büyük Millet Meclisi azaları birer tüfek alsınlar, burada top patlayıncaya kadar burada kalsın. Meclis’in buradan gitmesi milletin kuvve-i maneviyesini kırar, iki yüz kadar adam çok bir şeydir… Kanımızı, canımızı feda etmek için geldik… Biz bu kürsüyü bekliyouz… Ankara’yı bekliyoruz. …Millete biz heyecan vermeyelim, metin olalım, ölürsek ölürüz. Yedi senenin içinde milyonlarca insan telef ettik, biz o milyonlarla insanlardan büyük değiliz. Biz de feda olalım. “

Şu söze dikkatinizi çekek isterim: “Yedi senenin içinde milyonlarca insan telef ettik, biz o milyonlarla insanlardan büyük değiliz. Biz de feda olalım”.  Yıl 1921, Durak Bey 7 yıllık savaş diyerek bağımsızlık savaşının 1914’de başladığını söylüyor ki doğrusu da budur.

YOKLUKLAR VE TEKALİF-İ MİLLİYE

Düşman Ankara kapılarına dayanmış ama Meclis yokluk içinde, hükumet yokluk içinde, ordu yokluk içinde ve en önemlisi millet yokluk içinde.

Durumun nasıl olduğu Mustafa Kemal Paşa’nın şu sözlerinde açık ve net anlaşılıyor: “…Ordunun ihtiyaçlarından birisi de kumandanların ifadesine nazaran yiyeceği, içeceği yok. Ordu ricat ettiği zaman kâfi derecede erzakını alamamış. …Birkaç nefere tesadüf ettim. Onlarla görüştüm. …Biz düşmanı yenmeye geldik, Zararı yok biraz da aç dövüşürüz dediler. …Yalınayak bir nefer yanıma geldi. Heyetle ben neferin önünde yere bakmaya mecbur olduk ve sıkıldık”.

Meclis çareyi Mustafa Kemal Paşa’yı başkumandan yapmakta ve yetkilerini paşaya devretmekte bulur.

Paşa, Tekalif-i Milliye kanunu yayınlar. Bu kanına göre; tüm ilçelerde bir komisyon Tekalif-i Milliye emirlerini düzenleyecek ve kontrol edecektir. Cephane ve silah bulunduran halk bunları orduya verecektir. Askerlerin giyim ihtiyacı halk tarafından desteklenecektir. Devlet halkın mevcut yiyecek ve içeceklerinin %40’ına, iş adamlarının mevcut giyeceklerinin %40’ına, tüm taşıtların %40’ına el koymaktadır. Sahibi olmayan her şey devletindir. Orduya faydası olacak tüm meslekler ordu emrine girmiştir. Ordunun lojistik desteğinde halk ücretsiz yardım edecektir.

Peki Mustafa Kemal Paşa milletinden sadece bunları mı istemektedir? Okuyalım o meşhur emirnamesini: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz.”  Paşa milletinden kanını da istemektedir çünkü yola “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolası ile çıkılmıştır.

Sakarya savaşı 22 gün sürer. Zafer her türlü fedakarlığı yapan Türk milletinin olur. Yunan orduları Sakarya’nın doğusuna çekilmeye mecbur kalır.

CUMHURİYETE GİDEN YOLUN AÇILDIĞI GÜN 26 AĞUSTOS 1922

26 Ağustos 1922 tarihi İstiklal ve Cumhuriyet’e giden yolun açıldığı gündür.

Sabah gün ağarmadan, önce bir tek top sesi duyuldu, mermisi koca Tınaz Tepe’ye düştü. Sonra bütün toplar düzenleme (tanzim) ateşi için gürledi. 05:30’da batarya komutanları zevk narası atar gibi emir verdi: Ateş, ateş, ateş! Bu top sesleri aslında, 23 Nisan 1920’de gerçekleşen milli egemenliği yani Cumhuriyet’i vatan topraklarına perçinleyen balyozun sesleriydi.

Top ateşlerini takiben, Mehmetçik yılmadan, korkmadan, zafere inanarak düşmana saldırmış; 30 Ağustos’ta Yunan ordusuna büyük zayiat verilmiş ve daha sonra da İzmir’de deniz dökmüştür.

Sekiz yıl süren bu haysiyet ve namus savaşından sonra 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyeti ilan ettik. Bize bu savaştan geriye özgür bir vatan ve tam bağımsız bir ülke kaldı.

29 EKİM’İ SAVAŞARAK BAYRAM YAPTIK

Başkumandanından neferine kadar hepsi Mehmetçik olan ordumuza minnettarız. Onların bize emanet ettiği Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni her türlü tehdide karşı korumak bizim birinci görevimizdir. Dün nasıl savaştıysak, bugün de vatanımız için, namusumuz için, şerefimiz için savaşmaktan geri durmayız. Böyle durumlarda savaş karşıtlığı yapmak düşmana hizmet etmekten başka bir şeye yaramaz.

O gün savaşmasaydık, bugün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı milletçe kutlayamazdık. Türk milletinin bu büyük bayramını, başta Atatürk olmak üzere, şehitlerimizi ve gazilerimizi minnetle anarak kutluyorum.


Hiç yorum yok: