23 Temmuz 2018 Pazartesi


110 YIL GERİYE GİTTİK

23 Temmuz Türk devrim tarihindeki önemli günlerden birisidir. 23 Temmuz 1908’de Abdülhamid bir İradei Seniye yayımlayarak Meclisi Mebusan’ı toplantıya çağırdı. Böylece Kanuni Esasi yeniden devreye girmiş oldu. Bu bir Hürriyet devrimiydi.

Türk milleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Devrimci atalarının mirasına ne yazık ki sahip çıkamadı.

16 Nisan halk oylamasında kabul edilen anayasa maddelerinin yürürlüğe girmesi ile birlikte en az 110 yıl geriye gittik. 150 yıl önce başlayıp 1920’de zirveye ulaşan Türk Devrimi büyük bir yara aldı. Eminim şimdi Namık Kemallerin, Ziya Paşaların, Mithat Paşaların, Talat paşaların, Yusuf Akçuraların ve başta Mustafa Kemal olmak üzere nice devrimci, halkçı, milliyetçi liderin kemikleri sızlıyordur.

Türk Devrimi’nin en büyük özelliği egemenliği padişahtan alıp milletin kendisine vermesidir. Türk Milleti bu egemenliğini TBMM eliyle kullanıyordu. Anayasanın yeni maddeleri ile meclisin yetkisi kısıtlandı. Dolayısıyla millet egemenliği çok büyük yara aldı.

1908 devrimiyle ve Kanuni Esasi’de bir yıl sonra yapılan önemli değişikliklerle meclisin sahip olduğu yetkiler şimdikinden çok daha fazla idi. Meclis tek yasama organıydı. Oysa şimdi Cumhurbaşkanı da KHK çıkartma ve dolayısıyla yasama yetkisine kavuştu.

O zaman meclisin hem padişahı hem de Bakanlar Kurulunu denetleme hakkı vardı. Meclisin bu yetkisi şimdi ortadan kalktı. Cumhurbaşkanı ve onunun atadığı bakanları TBMM denetleyemiyor. Bakanlar kurulu için bir güven oylaması yapılamıyor. Bu kurulun programı da yok, olsa bile mecliste okunup oylanmıyor.

1908’de böyle değildi. Türkiye’de ilk güven oylaması da 1908’de yapılmıştı. Kâmil Paşa hükümeti önce güven oyu almış ama daha sonra bir gensoru sonucu meclis güvensizlik kararı aldığı için Kâmil Paşa hükümeti düşmüştü. Meclisin bu hakkı artık yok. Güven oyu yok, gensoru yok. Bakanların meclise karşı sorumluluğu yok. Dolayısıyla millete karşı da sorumluluğu yok. Aslında hükümet de yok. Cumhurbaşkanının kimseye danışmadan veya olurunu almadan atadığı, adı bakan olan bürokratlar var.

1909 yılındaki değişiklikle, padişahın meclisi ve bakanlar Kurulunu denetleme ve yönlendirme araçları elinden alınmıştı. Ya şimdi? Cumhurbaşkanı demek zaten hem bakanlar kurulu hem de meclis demek gibi oldu.

Padişah kendisine verilen yetkileri sadrazam ve ilgili bakanlar tarafından kullanabiliyordu. Kendisinin yürütme yetkisi çok sınırlıydı. Oysa şimdi tek yürütme makamı cumhurbaşkanlığı oldu.

Padişahın meclisi feshetme yetkisi bugünkü kadar kolay değildi. Belirli şartlar gerektiriyordu. Cumhurbaşkanı bu bakımdan padişahtan daha fazla yetkiye sahip.

Ordu, meclisin yani Türk milletinin ordusuydu. Terfi ve atamalar kendi bünyesi içinde yapılırdı. Şimdi, bu konuda da yetkili cumhurbaşkanı. İstediğini terfi ettirebilecek, istediğini istediği makama atayabilecek.

Bu kadar geniş yetkilere sahip cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğu da yok. Ancak suç işlediği kanaati doğarsa ve 400 millet vekili uygun görürse yargılanabilecek. Siyasi uygulamalarından dolayı hiç bir makama hesap vermeyecek.

Meclisin denetiminde uzak demek, milletin denetiminde uzak demek oluyor. Cumhurbaşkanı millete de hesap vermek mecburiyetinde değil.

Cumhurbaşkanın o zamanki padişahından daha fazla sahip olduğu bir yetki de bütçeyi yapmak ve uygulamak. Bu anayasa ile meclisin bütçe yapma ve denetleme hakkı da ortadan kalkıyor. Oysa padişahın bütçe yapma yetkisi yoktu. Yetki bakanlar kurulunda ve mecliste idi.  

Ne yazık ki, Türk Milleti atalarından kendisine miras kalan devrimlere sahip çıkamadı. Bu anayasa ve ona dayanılarak yapılacak her işlem bir karşı devrim niteliğindedir. Türk Milleti’nin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı ve devrimci insanlarına büyük görev düşüyor. Bu görev, yaralanan Kemalist devrimi tamamlamaktır. Bunun için örgütlü mücadele şarttır.

Tüm Atatürkçüleri bu kutsal grevde rol almaya çağırıyorum.

Yeniden devrim, yeniden Kemalizm…


Hiç yorum yok: