110 YIL GERİYE GİTTİK
23 Temmuz Türk devrim tarihindeki önemli günlerden
birisidir. 23 Temmuz 1908’de Abdülhamid bir İradei Seniye yayımlayarak Meclisi
Mebusan’ı toplantıya çağırdı. Böylece Kanuni Esasi yeniden devreye girmiş oldu.
Bu bir Hürriyet devrimiydi.
Türk milleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Devrimci atalarının
mirasına ne yazık ki sahip çıkamadı.
16 Nisan halk oylamasında kabul edilen anayasa maddelerinin
yürürlüğe girmesi ile birlikte en az 110 yıl geriye gittik. 150 yıl önce
başlayıp 1920’de zirveye ulaşan Türk Devrimi büyük bir yara aldı. Eminim şimdi
Namık Kemallerin, Ziya Paşaların, Mithat Paşaların, Talat paşaların, Yusuf
Akçuraların ve başta Mustafa Kemal olmak üzere nice devrimci, halkçı,
milliyetçi liderin kemikleri sızlıyordur.
Türk Devrimi’nin en büyük özelliği egemenliği padişahtan alıp
milletin kendisine vermesidir. Türk Milleti bu egemenliğini TBMM eliyle
kullanıyordu. Anayasanın yeni maddeleri ile meclisin yetkisi kısıtlandı.
Dolayısıyla millet egemenliği çok büyük yara aldı.
1908 devrimiyle ve Kanuni Esasi’de bir yıl sonra yapılan
önemli değişikliklerle meclisin sahip olduğu yetkiler şimdikinden çok daha
fazla idi. Meclis tek yasama organıydı. Oysa şimdi Cumhurbaşkanı da KHK çıkartma
ve dolayısıyla yasama yetkisine kavuştu.
O zaman meclisin hem padişahı hem de Bakanlar Kurulunu
denetleme hakkı vardı. Meclisin bu yetkisi şimdi ortadan kalktı. Cumhurbaşkanı
ve onunun atadığı bakanları TBMM denetleyemiyor. Bakanlar kurulu için bir güven
oylaması yapılamıyor. Bu kurulun programı da yok, olsa bile mecliste okunup
oylanmıyor.
1908’de böyle değildi. Türkiye’de ilk güven oylaması da 1908’de
yapılmıştı. Kâmil Paşa hükümeti önce güven oyu almış ama daha sonra bir gensoru
sonucu meclis güvensizlik kararı aldığı için Kâmil Paşa hükümeti düşmüştü. Meclisin
bu hakkı artık yok. Güven oyu yok, gensoru yok. Bakanların meclise karşı sorumluluğu
yok. Dolayısıyla millete karşı da sorumluluğu yok. Aslında hükümet de yok.
Cumhurbaşkanının kimseye danışmadan veya olurunu almadan atadığı, adı bakan
olan bürokratlar var.
1909 yılındaki değişiklikle, padişahın meclisi ve bakanlar
Kurulunu denetleme ve yönlendirme araçları elinden alınmıştı. Ya şimdi? Cumhurbaşkanı
demek zaten hem bakanlar kurulu hem de meclis demek gibi oldu.
Padişah kendisine verilen yetkileri sadrazam ve ilgili
bakanlar tarafından kullanabiliyordu. Kendisinin yürütme yetkisi çok
sınırlıydı. Oysa şimdi tek yürütme makamı cumhurbaşkanlığı oldu.
Padişahın meclisi feshetme yetkisi bugünkü kadar kolay
değildi. Belirli şartlar gerektiriyordu. Cumhurbaşkanı bu bakımdan padişahtan
daha fazla yetkiye sahip.
Ordu, meclisin yani Türk milletinin ordusuydu. Terfi ve
atamalar kendi bünyesi içinde yapılırdı. Şimdi, bu konuda da yetkili
cumhurbaşkanı. İstediğini terfi ettirebilecek, istediğini istediği makama
atayabilecek.
Bu kadar geniş yetkilere sahip cumhurbaşkanının siyasi
sorumluluğu da yok. Ancak suç işlediği kanaati doğarsa ve 400 millet vekili
uygun görürse yargılanabilecek. Siyasi uygulamalarından dolayı hiç bir makama
hesap vermeyecek.
Meclisin denetiminde uzak demek, milletin denetiminde uzak
demek oluyor. Cumhurbaşkanı millete de hesap vermek mecburiyetinde değil.
Cumhurbaşkanın o zamanki padişahından daha fazla sahip
olduğu bir yetki de bütçeyi yapmak ve uygulamak. Bu anayasa ile meclisin bütçe
yapma ve denetleme hakkı da ortadan kalkıyor. Oysa padişahın bütçe yapma
yetkisi yoktu. Yetki bakanlar kurulunda ve mecliste idi.
Ne yazık ki, Türk Milleti atalarından kendisine miras kalan
devrimlere sahip çıkamadı. Bu anayasa ve ona dayanılarak yapılacak her işlem
bir karşı devrim niteliğindedir. Türk Milleti’nin cumhuriyetçi, milliyetçi,
halkçı ve devrimci insanlarına büyük görev düşüyor. Bu görev, yaralanan
Kemalist devrimi tamamlamaktır. Bunun için örgütlü mücadele şarttır.
Tüm Atatürkçüleri bu kutsal grevde rol almaya çağırıyorum.
Yeniden devrim, yeniden Kemalizm…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder