3 Ekim 2016 Pazartesi

YOKSULLUK VE AÇLIK

Doğan Kuban’ı okur musunuz bilmem. Ben yıllardır yazılarını beğenerek ve takdir ederek okuyorum. Son olarak, 23 Eylül tarihinde Herkese Bilim Teknoloji dergisinde “İnsanlığın en utanç verici görüntüsü açlıktır” başlıklı bir yazısı çıktı.

Kuban yazısının başında söylüyor: “Her gün daha zengin olmak için yollar arayan sözde insanlığın, bir milyar insanın aç bırakılmasını günümüzde kabul etmemeliyiz”.

Yüzyıllardır insanlık açlık sorunun çözmüş değil. Bir milyar insan aç geziyor. Bu rakama yoksulluk sınırı altında yaşayan milyarlarca insan dâhil değil.

Barınamayan, doyamayan, giyinemeyen milyarlardan söz ediyoruz. Her gün binlerce insan açlıktan ölüyor.

Türkiye’de de durum farklı değil. Türk-İş’in bu konuda verdiği rakamlar şöyle:

Dört kişilik ailenin açlık sınırı aylık 1.362 lira; yoksulluk sınırı 4.4435 lira. Bir kişinin geçim maliyeti ise, ayda 1.690 lira. 

Unutmayalım, asgari ücret ise 1300 lira.

GÜÇ SERMAYEDE OLUNCA!

Bu utanç verici tablonun sebebini Doğan Kuban bir cümle ile özetlemiş: “Güç ve parayı birbirlerinden ayıracak insanlık bir gün ortaya çıkmakta zorlanıyor”.

Kapitalist sistemin egemen olduğu bir dünyada gücü paradan ayıramazsınız. Sermayenin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Demokratik dediğimiz ülkelerde de durum farklı değil. Yasalar, yönetmelikler ve her türlü düzenlemeler zenginlerin istediği gibi çıkıyor. Ekonomiyi de siyaseti de zenginler, özellikle de en üst gelir seviyesinde bulunan % 1’lik kesim belirliyor. Medya desen zaten onların elinde veya kontrolünde.

Gücü paradan ayıramadıkça yoksulluk da bitmez, toplumda eşitlik de sağlanamaz.

Yurdumuzda da, diğer ülkelerde de giderek artan bir eşitsizlik var. Siyasetin piyasa güçlerinin eşitsizliği artırdığını görüp sermayeye sınırlar getirmesi beklenirken ikisi bir olup, sömürüyü ve dolayısıyla eşitsizliği artırıyor.   
Özel sermayenin birikim dinamiklerinin dünyayı nereye götüreceği konusunda iki farklı görüş var:
Marx, daha 19.yüzyılda,  bu birikim dinamiklerinin sermeyenin kaçınılmaz olarak bir avuç zengin ve güç sahibinin elinde yoğunlaşmasına sebep olacağını söylemiş. Kuztent ise, gelişmelerin ileri evrelerinde eşitsizliğin azalmasına ve ahenkli bir istikrara yol açacağını iddia etmiş.

Marx’ın beklediği kıyamet kopmamış ama sermeye de belirli ellerde toplanmış ve toplanmaya da devam ediyor. Zenginler daha da zenginleşirken, yoksulluk ve açlık artıyor. Kuztent yanılmış gibi görünüyor.

Sermaye belirli ellerde toplandıkça, bu ellerin egemenliği de artıyor. Sermayenin azınlıkta toplanınca para güç oldu, egemenlik aracı oldu, yoksulluk ve açlık sebebi oldu.

ÇARE ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDE

Doğan Kuban’ın bir önerisi var: “Anayasamızın ilk maddesi olmalı: Kimse aç bırakılamaz!”. Öneri güzel de bunu kim gerçekleştirecek? Türkiye’de yoksullar bilinçsiz. Yoksullularının, hatta açlıklarının farkında değiller.

Seçim yaparken bu dünyayı değil, öbür dünyayı düşünüyorlar. Karşılarına çıkan partilerden hangisi daha dindar ve muhafazakâr görünümlü ise oylarını ona veriyorlar. Ellerine geçen bir kilo makarnayı, bir torba kömürü nimet sanıyorlar. "Yoksulluk, eşitlik, sömürü" diyenleri de "Gominist bunlar" deyip kovuyorlar.  

Bu yanlışlıklar içinde seçtikleri partiler de hep sermayeye çalışıyor. Anayasa’yı değiştirmek istediklerini akıllarına hiç böyle bir madde gelmez, gelemez.

Şunu bilmek gerek: Açlık ve yoksulluk toplum içinde eşitlik sağlanmadan yok olmaz. Bunun yolu da emekçilerin, yoksulların örgütlü mücadelesinden geçer. Ramazan’dan Ramazan’a zekât, fitre dağıtmakla; Kurban bayramında et dağıtmakla; dernek, vakıf kurup yoksullara 3-5 kuruş vermekle açlık ortadan kalkmaz.

Bu mücadelede emekçilerin iki mevzide toplanmaları gerek: Sendikalar, meslek odaları ve Siyasi partiler. Mevcut sendikalardan da, meslek odalarından da, parlamentoda bulunan partilerde de yoksullar lehine bir eylem beklemek beyhudedir.

Sermayenin gizli veya açık desteklediği partileri insanlarımız meclise taşıdığı müddetçe yoksulluk ve açlık yok olmayacak gibi görünüyor.

Hiç yorum yok: