YENİDEN MİLLİ MÜCADELE
Cumhuriyetin kuruluşunun 91. Yıl dönümünü kutlayacağımız
güne çok az kala geldiğimiz nokta içler acısı durumda. İstiklal mücadelesi sonunda kazandığımız
zaferi ve imzalatmaya mecbur bıraktığımız Lozan’ı unutmayan Batı emperyalizmi,
işbirlikçilerin, gaflet içinde olanların, hainlerin sayesinde intikam almaya ve
Sevr’i gerçekleştirmeye çabalıyor.
Bu emperyalist güçlerin kullandığı iki işbirlikçi takım var:
Dinci bezirgânlar ve bölücü hainler. Birinciler devletim laik özelliğini ve
milli egemenliği ortadan kaldırıp sözüm ona din devleti kurma peşinde; diğeri
ise Fırat’ın doğusunda devlet kurma hayali içinde. Şimdilerde bu iki takım ABD ve AB’nin piyonu olmuş, Cumhuriyete ve
onun temellerine saldırıyorlar.
Hakkari Yüksekova’da gerçekleştirilen menfur saldırı bu
oyunun kanlı bir sahnesidir. İstedikleri teker teker verilmiş ve verilmeye devam eden
ve adına da çözüm süreci denilen bölünme sürecini hızlandırmak ve yöre halkına
buraya biz hâkimiz mesajı vermek için, PKK’nin gerçekleştirdiği kahpece bir
suikasttır.
Bu bölücü örgüt ne istediyse AKP onu verdi. Gerekçesi de “analar
ağlamasın”dı. Oysa AKP iktidara geldiğinde zaten analar ağlamıyordu. O yıldan
bu yana uygulanan politikalar PKK’yı azdırmış ve elini güçlendirmiştir. Bu planlı
politikalar sonucu azan PKK, askerlerimizi, sivillerimizi şehit edince, AKP, "analar ağlamasın, verelim gitsin" politikalarını uygulamaya başladı. PKK’nın
istekleri verilince terör azalıyor, isteklerin verilmesinde ağır davranılınca
terör azıyor. Bu işin sonunun nereye varacağı da belli.
Şunu da belirtelim ki, o bölgeden Türkiye Cumhuriyeti’nin
güvenlik güçlerinin çekilmesi ile birlikte kan gövdeyi götürür. Kimin kimi
öldürdüğü belli bile olmaz. Aşiretler, farklı mezhep ve dini inanç içinde
olanlar, farklı etnik kimliğe sahip olduğuna inanan Türkler, Araplar, Kürtler,
Zazalar kırıma başlar. Yöre halkının sığınacağı yer de gene Türkiye Cumhuriyeti
olur. Bunu özellikle o bölgenin insanlarının iyi değerlendirmesi lazım.
Bu bölücü takım ne istediyse bu hükümet verdi dedik. Bu
istekler yeni de değildir.
Avrupa’da kurulmuş bulunan Kürt
Cemiyeti’nin 1961 yılında zamanın devlet başkanı Cemal Gürsel’e gönderdiği
telgrafta şu istekler vardı:
- Kürdistan vilayetleri tek ülke halinde birleşmeli ve Cumhuriyet içinde muhtariyet verilmeli;
- Kürtçe resmi öğrenim dili haline getirilmeli;
- Kürtçe basın ve yayına müsaade edilmeli;
1. T.C.
Anayasa’sı değiştirilmelidir.
2. Anayasa’ya
Türk ve Kürt terimleri konulmalıdır.
3. Türk
Devleti’nin iki milletten oluştuğu kabul edilmelidir.
4. Kürtçe
yayın yapılmasına müsaade edilmelidir. Okullarda Kürtçe okutulmalı, radyoda
Kürtçe neşriyat yapılmalıdır.
Devrimci Doğu Kültür
Dernekleri’nin 1969’da yayınladıkları bildiri’de ise şunlar vardı:
- Sivas il hududundan itibaren Doğu’da bir Kürt devleti kurulması çalışmaları yapılmalıdır.
- Kürtlerin etnik bir grup olduğu propaganda edilmelidir.
- Türk ordusu işgal ordusu olarak gösterilmektedir.
- Eylemler Türk Solu ile birlikte yapılmalıdır.
Bunlar 1960’lı yıllardaki istekler. 2002’den bu
yana bu isteklerin çoğu karşılandı. Geriye özerklik ve onu takiben de bağımsız
bir devletin kurulması yani Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanması kaldı.
Karar aşamasındayız, ya bu sona razı olacağız ya da
bir şeyler yapacağız. Cumhuriyet’in yıkılmasına razı olmayacağımıza göre bir
şeyler yapmamız şart olmuştur. Cumhuriyeti savunan güçlerin bir siyasi oluşum
içinde birleşmesi ve Batı’nın piyonlarına karşı mücadele etmesi gerekir.
Mustafa Kemal, Mütareke döneminde kurtuluşu şu veya
bu ülkenin mandası olmada değil, milli birlik içinde mücadele etmede görmüştü. Hedef
“İstiklâl-i tam” ve Hakimiyet-i Milliye” idi. Şimdi de hedefimiz bu iki umde
olmalıdır.
Mücadele, tam bağımsızlığımızı kazanıncaya ve
egemenliğimizi tam olarak elimize alıncaya kadar sürmelidir. Parola ise, “Ya istiklâl, ya ölüm”dür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder