29 Kasım 2025 Cumartesi

 

JAMES WATSON VE KANITA DAYALI BİLGELİK

James Watson çok zeki bir insan, DNA’nın çift sarmalını bulmuş ve Nobel ödülü kazanmış. Çok itibarlı bir bilim adamı iken siyahlar ve beyazlar arasında genetikten kaynaklanan IQ farkı olduğunu ileri sürmüş ve bu iddiasını bilimsel kanıtlar olmadan tekrarlamış.  Ayrıca cinsiyet ayrımı da yapınca itibar kaybına uğramış.

Kary Banks Mullis isimli Nobel ödülü almış bir başka bilim adamı var. O da çok zeki bir insan; polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) tekniğini bulmuş.

Bu tarihten sonra, PCR, biyokimya ve moleküler biyolojide merkezi bir teknik haline geldi. The New York Times, bu buluşu  "biyolojiyi PCR öncesi ve PCR sonrası olmak üzere iki döneme ayıran, son derece özgün ve önemli" olarak tanımlandı.

Mullis de çok zeki ama olağan dışı ve ispat edilmemiş hususlara inanıyor. Navarro ırmağı kenarında, “gözleri fıldır fıldır dönen” rakun kılığına girmiş tuhaf bir yaratıkla karşılaştıktan sonra uzaylılar tarafından kaçırıldığına iddia ediyor. Uzaylılara inanması yetmiyor gibi astrolojiye, burçlara da inanıyor. AIDS’e HIV virüsünün sebep olduğunu da kabul etmiyor. Bilimsel olarak, sağlam kanıtlarla belirlenmiş gerçekleri inkâr ediyor.

Türkiye'de de bir bilim insanından söz etmişlerdi. Öğretim üyesi olan ve uluslararası alanda büyük itibar sahibi olan bu bilim insanı da fala inanıyormuş. Bilimsel çalışmalara başlamadan önce falcısına danışırmış.

Demek istediğim şu: Çok iyi eğitim almış, çok zeki bir insan kendisinden umulmayacak bir şekilde gerçek dışı şeylere inanabiliyor ve kendi düşüncelerini mutlak doğru olarak kabul edebiliyor.

Sosyal medya ve farklı internet kanalları dayanaksız, ispatsız fikirlere sahip insanlarla dolu. Bunlar aslı astarı olmayan şeyleri gerçek kabul edip paylaşıyorlar. Bu insanların çoğu da iyi eğitim almış olanlar. Bunların içinde kendi bilim dallarında çok iyi şöhrete sahip bilim adamları da az değil.

Nasıl oluyor da zeki ve iyi eğitimli insanlar mesnetsiz, ispatsız şeylere kolayca inanıyorlar? Bu sorunun cevabı ne olabilir?

Bu soruların cevabını düşünürken aklıma Ömer Seyfettin’in “ilim başka, irfan başka; âlim başka, arif başka”  sözü ve bununla ilgili hikâyesi geldi.

Sokrates,  savunmasında bu konuya değinmiş:

Sokrates'in arkadaşlarından Khairephon, Delfi'ye gider ve dünyada Sokrates'ten daha bilge biri olup olmadığını sorar. Aldığı cevap ise olmadığıdır. Bu kehaneti kabullenemeyen Sokrates kendinden daha bilge olabileceğini düşündüğü devlet adamları, ozanlar ve zanaatkârlar ile konuşmak ve kehaneti çürütmek için yollara koyulur. Sokrates, bilge olduğunu sandığı ya da kendini bilge sanan bu insanların aslında bilge olmadıklarını anlar ve şöyle der:  “Bana aslında en kifayetsizleri gibi görünen, hakir görülen diğerleri, iş sağduyuya geldiğinde daha donanımlı göründüler.”

Descartes, “Metod Üzerine Konuşma” adlı eserinde anlatmış olduğu “yöntem” ve “bilgi” anlayışı ile modern ve sağlıklı düşünmenin yollarını açmış. Ne yazık ki çok zeki insanlar Descartes’ın geliştirdiği yöntemlere rağmen gerçeği bulmada ve olayları değerlendirmede yanlışlıklara düşüyorlar.

 Descartes, “Davranışlarımı açıkça görebilmek ve şu yaşımda güvenle yürümek için doğruyu yanlıştan ayırt etmeyi öğrenmeye karşı pek büyük bir istek duyuyorum.” Diyor ve bu isteği gerçekleştirmek için kurallar ortaya koyuyor. Onun önemli bir kuralı şu: “Doğru olduğuna açıkça aklı yatmadıkça hiçbir şeyi doğru kabul etmemek.” Doğru olmayan bir şeyi insan kabul edebilir mi? Descartes’e göre evet, eğer aceleden ve önyargıdan kaçınamazsa edebilir.

Zeki ve iyi eğitim görmüş insanların bir kısmı kendilerini çok beğendiği için acele eder. Onlar zaten her şeyi bildiklerini kabul ettikleri için konunun üzerinde düşünmeye veya araştırıp öğrenmeye gerek duymazlar. Bunlar eski bilgilerinin ve kendini beğenmişliklerin esiri durumundadırlar. Daha önce öğrendiklerini mutlak doğru kabul ederler ve bu bilgilerinin aksine bir görüşü asla kabul edemezler. Kabul ettiklerinde kendilerini alçalmış ve bilgisiz hissederler. Mevcut bilgileri onlara iyilik değil, kötülük eder; kendilerini yenileyemezler.

Sıradan insanların çoğu ise aklına yatmayınca söylenenleri kabul etmez. Çünkü Ömer Seyfettin’in dediği gibi,  “ilim başka irfan başka, âlim başka arif başka.”

Attilâ İlhan da bir söyleşisinde şöyle demiş: "Türkiye'nin toplumsal dinamiğinin çok hareketli, çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Avrupa'nın en dinamik ülkesi. Bu dinamizmi büyük ölçüde halkta görüyorum. Aydınlar bitti. Aydın diye bir şey yok Türkiye'de. Halk aydınların önündedir.”

Bana kalırsa, zeki ve eğitimli insanlar, bilgililer ama sağlıklı düşünmede sıkıntıları var.  Kendi bilim alanları dışında gerçeğe ulaşmak için bilimsel yöntemlere başvurmuyorlar. Nasrettin Hocanın komşusu gibi işine gelen yalanlara çabuk kanıyorlar.  Kendilerini o kadar çok beğeniyorlar ki fikirlerini sorgulamak akıllarına gelmiyor.  Kendilerini dolayısıyla fikirlerini denetleyemiyorlar, mesnetsiz bilgilerin esiri oluyorlar.

Zeki insanların büyük kısmında entelektüel tevazu yok, açık fikirli düşünemiyorlar, sunulan bir fikrin doğruluğunu araştırmıyorlar, duygularının esiri oluyorlar, kanıt aramadan kabulleniyorlar.

Bu insanlar düşündüklerini sanır; aslında yaptıkları, sadece önyargılarını yeniden düzenlemektir.

Sağlıklı düşünce için bilim adamı olmak yetmez, “kanıta dayalı bilge” olmak gerekir. 

Hiç yorum yok: