14 Kasım 2025 Cuma

ÇAĞDAŞ TOPLUM ÇAĞDAŞ İNSAN

Bazı toplumlar ve ülkeler için kullanılan “çağdaş” sözcüğünün taşıdığı anlam etrafında yoğun tartışmalar olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Özellikle geçmiş kuşaklar “çağdaşlaşma” sözcüğünü teknolojik ve ekonomik olarak ileri olan ülkelerin kültürel değerlerinin benimsenmesi şeklinde yorumlamışlardır.  Bu nedenle bazen Fransızlara benzemeği bazen de Amerikalılara benzemeği, onlar gibi davranmayı, onların müziğini dinlemeği, onlar gibi giyinmeği çağdaşlığın ölçütü kabul etmişlerdir.

Bize göre, “çağdaş toplum” bilginin üretilmesine katkıda bulunabilen ve kendi kurumlarını çağın bilgilerinden yararlanarak yeniden düzenleyebilen ve bilgiyi teknolojiye, teknolojiyi verimliliğe,  verimliliği de refaha ve güce dönüştürebilen milletlerin hak ettiği bir sıfattır.

Çağdaş toplumlar ancak milli devletler içinde var olabilir.  Çağdaş insanlar,  bu devletin özgür ve insan haklarına sahip fertleridir. Egemenlik milletindir ve millet asla otoritesini paylaşmaz. Devlet ise tam bağımsızdır.

BATILILAŞMA MI ÇAĞDAŞLAŞMA MI

Bizde Batı hayranlığı 18. Yüzyıl sonlarında başlar. Osmanlı ordularının savaş meydanlarında yenik çıkması, zamanın yöneticilerinde ‘Batı hayranlığı’ başlatır. Düşman da Batı’dır, imdat beklenen yer de Batı’dır, talimat alınan makam da Batı’dadır.

Tanzimat paşaları Batı kültürünü benimseyip,  yaşam tarzlarını bu kültüre göre düzenlerlerse bu kötü gidişe son vereceklerini sandılar. Çareyi Batılılaşmada buldular. Bu batılılaşma hevesi onları birer Batı hayranı yaptı.

Tanzimat döneminde önemli görevler üstlenmiş Sadrazam Fuat Paşa’nın yazdığı vasiyetnamedeki ifadeler bu hayranlığını güzel anlatıyor:

“…mahvolma felâketinden kurtulabilmekliğimiz, İngiltere kadar paraya, Fransa kadar bilgi aydınlığına, Rusya kadar askere sahip olmaklığımıza bağlıdır. Yabancı müttefiklerimiz içinde en önemlisi, İngiltere’dir., (…) bendenizce, Bâbıâli’yi İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense, birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmek daha iyidir.”

Şunu da iyi bilmek gerekir: Emperyalizm, bir ülkede etkili olmaya başlayınca, ilk planda o ülkeyi az gelişmişlik düzeyinde tutmaya çalışır; gelişmişliği ise kendi kültürünü ve yaşama biçimini benimsetmek olarak kabul ettirir. Tanzimat döneminde de, 1940’lı yıllardan sonra da yapılan budur.

Memleketin hammaddeleri ucuza kapatılsın, halk sömürülsün, fabrikaları elinden çıksın, yabancı sermaye ekonomiye egemen olsun; bunlar önemli değil, halk sömürgeci ülkenin kültürünü benimsedi mi ilerleme başlamıştır, halk çağdaşlaşmıştır.

Aydınlarımızın büyük çoğunluğu, Tanzimat’tan bu yana maalesef emperyalizmin bu oyununa gelmektedir.

ATATÜRK VE ÇAĞDAŞLAŞMA

Atatürk Tanzimat ve sonrası dönemi çok sert bir şekilde eleştirmiştir.

Türk milletinin çağdaş olabilmesini devlete kayıtsız şartsız egemen olmasına bağlamıştır. “Yeni Türkiye Hükümetinin öz cevheri millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız ve şartsız hâkimiyetidir.  Egemenlik, hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez” demiştir. 

Atatürk'e göre çağdaş toplum, durağan olamaz. Toplum, dünya şartları değiştikçe kendisini sürekli yenilemelidir.

Ona göre, toplum kendisini yenileyerek  tekamül edebilir ve çağdaş kalabilir: «…millet zikrettiğim tahavvül ve inkılâpların tabii ve zaruri bir hakikat olarak, umumi idarenin ve bütün kanunların, ancak dünya ihtiyaçlarından ilham almasını; ve ihtiyaçların gelişme ve değişmeleriyle aralıksız gelişip değişmesini kabul eden, ‘dünyevi bir idare’ anlayışını ‘hayati’ saymıştır.”

Değişimin gayesini de net bir şekilde anlatmıştır: ” …tekâmülün gayesi insanları birbirine benzetmektir. İnsanlar arasında sınıf, derece, ahlak, elbise, dil, ölçü farkı gitgide azalmaktadır. Birliğe yürüyüş sulha doğru da yürüyüş demektir”.

Demek ki çağdaş toplum, bu toplum içindeki insanlar arasındaki farkların azaldığı,  birliğin her alanda gerçekleştiği toplumdur.  

Çağdaş toplum kendisini bilimin ışığında kendini yenilerse çağdaş kalabilir. Bilim her konuda rehber edinilmelidir. 

“Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğimi iddia etmek aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur.”

“Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra benimsemek isteyenler; bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”

Atatürk çağdaşlaşmayı Batı kültürünü benimseme olarak kabul etmedi ve milli kültürü yaşatmaya ve yüceltmeye gayret etti,

ATATÜRK SONRASI

Atatürk’ün vefatıyla birlikte Batı hayranlığı tekrar etkili olmaya başladı. Atatürk’ün çağdaşlaşma anlayışı Batıcılığa dönüştü, toplumda Batı hayranlığı giderek artmaya başladı, tıpkı Tanzimat dönemi gibi..

İnönü’nün en yakınlarından olan Nurullah Ataç’ın şu sözleri o dönemin batıya olan hayranlığını çok güzel anlatıyor: “Bizim devrim dediğimiz hareketin amacı, bu ilkeyi Batı ülkelerine benzetmektir. Biz görüyoruz eksiğimizi, Yunanca öğrenemedik, Latince öğrenemedik, Avrupalıların eğitiminden geçemedik, onun için ne denli uğraşsak Avrupalılar gibi olamıyoruz, buna üzülüyoruz.”

İnönü’nün bakanlarından Nihat Erim, “Küçük Amerika olacağız” dedi ve iktidarın hedefini açıkladı.

DP iktidarı sırasında, Celal Bayar da “Küçük Amerika olacağız” diyerek Aynı hedefi benimsediklerini açıkladı.

1940’lı yıllardan itibaren “Tanzimat aydını” diye isimlendirilen aydın tipi hızla çoğaldı. Osmanlı gerilemeye başlayınca çareyi batılı ülkelerin hayat tarzını kopyalamada bulmuştu. Ortaya “Tanzimat aydını” tipi çıkmıştı. Bu tip aydınlar, ilericiliği, geniş halk kitlelerinin gelişmesini ve refahını artıracak alt yapısal değişimler istemek yerine, batılı ülkelerin yaşam biçimlerini olduğu gibi kabullenip uygulamak olarak gördü ve görmeye de devam ediyor.  Bu çağdaşlaşma  anlayışı Batı kültürünü milli kültürden üstün görme yanlışlığını taşıyor.

Bu Batı hayranlığı sonucu olarak, 1940'lı yıllarda Atlantik sistemine bağlandık. Atlantik sisteminin askeri örgütü olan NATO'ya girmek için 456 şehit verdik.  Yetmedi, 62 yıldır Avrupa Birliği’nin kapısının önünde bekliyoruz…

KÜLTÜREL ÜSTÜNLÜK

Milletler arası mücadelelerde “kültürel üstünlük” büyük önem taşır. “Kültürel üstünlük” kavramını ilk ortaya atan İngilizlerdir. İngiltere bu kavramı çok etkili bir şekilde kullandı. Sömürdüğü ülkelerde İngilizceyi ana dili haline getirmeye çalıştı. Bunun için de eğitim dilinin İngilizce olmasını sağladı. Böylece bu ülkelerde İngiltere’ye karşı bir hayranlık uyandırdı. Ülkeleri sömürmeyi kolaylaştırdı.

Mandela’nın şu sözleri çok önemli: “Ben bir İngiliz okulunda eğitim ve öğretim gördüm. Şöyle bir düşünceye kapıldım: İyi olan her şeyin anavatanı İngiltere’dir.”

Günümüzde de dünya egemenliği peşinde olan Amerika emperyalist emellerini gerçekleştirmek için başta İngilizce olmak üzere kendi kültürünü tüm dünyaya yaymaya çalışıyor. Bunda da çok başarılı oluyor. Kültürel üstünlüğü siyasi ve ekonomik üstünlüğün takip edeceğini biliyor.

Bizim Batıcı aydınlar da bu planın parçası oluyor.

Amerika’nın kültürel üstünlüğünü kabul etmiş gibiyiz; bu da bizi sömürüye açık hale getiriyor. Batı hayranlığı içine giren aydınlarımız, Attilâ İlhan’ının deyimiyle “Batı’nın manevi” ajanı haline geliyor.

Keşke ben Atatürkçüyüm diyenler onun şu sözünü dikkate alsalar:

“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim.  Bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır”. 

“Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur”

ÇAĞDAŞ İNSAN

Çağdaş toplum nasıl olunur anlatmaya çalıştım. Biraz da çağdaş insan nasıl olmalıdır sorusuna cevap vermeye çalışayım:

Çağdaş insan:

Bilimin ışığı altında ve halkçı anlayış içerisinde toplumun yeniden şekillenmesi için mücadele eder;

Ülkesinin bağımsız, insanların özgür olması için çaba gösterir;

Yabancı güçlerin her türlü müdahalesine karşıdır;

Millet egemenliği için demokrasinin derinleşmesini ister.

Savunduğu ‘ekonomik büyüme ve kalkınma modeli’ mutlaka sosyal amaçlar içerir;

Sınıflar arası farkın yok olmasını hedefler;

Emperyalizme ve halkların sömürülmesine karşıdır.

Renk, din, dil, etnik köken farkı gözetmeden tüm insanları eşit haklara sahip olduğuna inanır;

Servet, gelir ve fırsat eşitsizliğinin ortadan kalkması için çalışır. İstihdamın ve çalışanların gelirinin artması için uğraşır.

Herkesin yararına ve herkese eşit şekilde sunulacak kamu hizmetini arzular;

Devletin, eğitim ve sağlık gibi hizmetleri toplumun her ferdine eşitlikçi anlayış içerisinde sunmasını ister ve bunun için çaba gösterir.

‘Herkes için adalet’ kavramını düstur edinir.

SON SÖZ

Batı kültürünü benimsemek, hayatını bu kültüre göre düzenlemek, batılıların dinlediği müziği dinlemek, onların ahlak anlayışını kabullenmek, giyim kuşamını onlarınkine uydurmak, kendi öz lisanını bırakıp yabancı dille konuşmaya çalışmak, Allah’ı inkâr etmek,  insanı çağdaş yapmaz.  

Batı hayranlığı içinde olanlar, sadece bizim ülkede değil, başka ülkelerde de Batı’nın çocuk, kadın, sivil, asker demeden yaptığı katliamları, anasız babasız kalan çocukları, evinden, yurdundan göç etmeye mecbur kalan insanları, sömürülüp aç bırakılan halkları görmüyorlar.

Batı’nın bu kötülüklerini görmeyen bu insanlar, mutluluk ve keyif içinde Hollywood filmlerini, Netflix dizilerini hayran hayran izliyorlar. İzledikçe hayranlıkları ve sevgileri bir kat daha artıyor.

Görmüyorlar çünkü meşhur sözdür “aşkın gözü kördür”…

 

Hiç yorum yok: