MİLLİ
DEVLETLER VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Mazlum milletler için ‘milli devletler’ onları zalimler
koruyan birer kale gibidir. Bu nedenle emperyalist Batı, milli devletlere
saldırır. Ekonomik, siyasi ve kültürel dayatmalarda bulunur. Yetmezse,
askerlerini kullanıp ölüm kusar.
Emperyalist Batı (ABD-AB), ne yazık ki, sömürmek istedikleri
ülkelerde kendilerine hizmet edecek yardakçıları ve işbirlikçileri kolaylıkla
bulurlar. Bunlar siyaset adamı olur, iş adamı olur, yazar olur; onlar için ne
lazımsa o olur. Ülkelerin başına istedikleri yöneticileri getirirler, ülkenin
istedikleri gibi yönetilmesini sağlarlar.
Bu emperyalist güçler milli devletlerin şu yönlerde
değişmesini sağlamaya çalışır:
Milli egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerinden taviz
verilecek. Devlet piyasanın ve Uluslararası şirketlerin hizmetine girecek. Mal
ve sermayenin dolaşımı için gümrük duvarları yıkılacak. Sosyal devlet ilkeleri
terk edilecek. Ülke topraklarının yabancılara satışındaki engeller
kaldırılacak. Devlet yatırımları özelleştirilecek.
TURUVA ATINA DÖNÜŞMÜŞ STÖ’LER
Emperyalist güçler, bu dayatmaları kabul ettirmek için,
özellikle gelişmekte olan ülkelerin milli devlet olma özelliğini tırpanlıyor ve
küresel güçlere hizmet edecek hale getiriliyor. Bunu yaparken hedef ülke içindeki
“sivil toplum örgütlerini” (STÖ) kullanıyor.
Milli devletler birer kale ise, STÖ’ler de birer Truva Atı
olabiliyor.
Direnen devletleri zayıflatmak ve mümkünse yıkmak için ABD
ve AB, küreselci STÖ’leri çeşitli fonlarla desteklerler ve karşılığında da
şunları isterler:
Farklı etnik kültürlerin siyasallaştırılması ve etnik
karşıtlığın belirginleştirilmesi; Farklı yaşamlara özgürlük söylemleri ile,
tarikat, cemaat gibi yapılanmaların kendi hukuklarının yaşama geçirilmesi; Hükümet
politikalarını ve kamuoyunu yönlendirme gücüne sahip siyasi partilerin,
sendikaların, meslek odalarının, medya kuruluşlarının, vakıfların, derneklerin,
tarikatların, cemaatlerin ve kanun dışı örgütlerin devlet aleyhine asgari
müştereklerde buluşturulması ve kullanılması; diğer demokratik kitle
örgütlerinin de kullanarak, ‘sivil itaatsizlik’ çağrıları yapılarak, kamu
düzeni ve devlet aleyhine başkaldırı reflekslerinin oluşturulması;
küreselleşmiş tüm STÖ’lerin bir arada çalışmaları ile hükümetin siyasal,
ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal politikalarının etkilenmesi; mezhep ve
etnik farklılıklardan çatışmalar çıkarılması; etnik farklılıklar öne sürülerek
yerel yönetimlerin özerkleştirilmesinin sağlanması; ülke şartlarının sürekli
kötülenmesi ve insanların kendi memleketine yabancılaştırılması; ekonomik
olarak ülkeyi zor duruma sokmak için her türlü yatırımın çeşitli söylemlerle
engellenmeye çalışılması.
GELELİM “KAZ DAĞLARI” EFSANESİNE!
Çanakkale Kirazlı’da yürütülen altın madeni tartışmasına
ilişkin Vatan Partisi Genel Sekreteri Utku Reyhan bir açıklama yaptı ve
protesto eylemlerinin arka planındaki Kazdağı Doğal ve
Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin AB fonları ile nasıl beslendiğini
anlattı. Ve bir de soru sordu:
“2016 raporunda 121
bin 358 lira 83 kuruş, 2017 raporunda 58 bin 466 lira, 2018 raporunda 22 bin
236 lira 44 lira 'proje hibesi' adı altında derneğe gelir kaydedilmiştir. Yani
kendi hazırladığı rapora göre dernek, toplamda 202 bin 61 lira 27 kuruş hibe
almıştır. Peki 2015’e kadar olmayıp, 2016’dan sonra alınmaya başlayan bu hibe
nedir? Neyin fonudur”
Yıllar önce buna benzer bir tabloyu Bergama’da görmüştük. 1998
yılında Avrupa Parlamentosu şöyle bir karar almıştı ve arkasından Bergama’da
protestolar başlamıştı.
“Özellikle Kürtlerin maruz kaldığı zulüm, hapis ve işkenceye
son verilmesi; Kürt halkı temsilcilerini de içeren toplum güçleri arasında
diyalog kurulması; Türkiye’deki her kesime ana dilleriyle eğitim hakkı ile Kürt
dilinde yayın ve kendisini anlatmaya özgürlüğü verilmesi; Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinden olağan üstü halin kaldırılması ve köy korucuları sisteminin
tasfiyesi; PKK’nın tek taraflı ateşkesinin kabul edilmesi ve Kürt hedeflerine
saldırının durdurulması; mahkeme kararlarının, özellikle üç termik santral ve
BERGAMA’DAKİ EUROGOLD ŞİRKETİNE İLİŞKİN DANIŞTAY KARARLRININ UYGULANMASI; Kuzey
Kıbrıs’ta devam eden işgal durumunun ve AB’ne aday bir diğer ülkenin (Kıbrıs
Rum Kesimi) erişim sürecini engelleyici tutumu nedeniyle Kıbrıs’ta siyasi
çözüme gidilmesi; komşuları, özellikle Yunanistan ile ilişkilerini düzeltmesi
vs.”
Yani AB diyor ki, kurulacak olan kukla devlete Güneydoğu’yu
teslim edin. Kıbrıs’ı Rumlara bırakın. Bergama’da
altın çıkarmayın.
Güneydoğu’yu verin, Kıbrıs’ı verin ama Bergama’nın
ağaçlarına dokunmayın!
AB, dün nasıl Bergama’da altın çıkartmayalım diye STÖ’leri
kullanıp halkın protestolarda bulunmasını sağladıysa, bugün de aynı şeyi Kazdağı
Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’ni kullanarak yapıyor. Bu amaçla bu
derneğe 202 bin lira aktarıyor.
Belli ki, AB’nin amacı doğayı korumak değil, Türk
ekonomisine zarar vermek. Dernek ve gönüllüler de buna katkı veriyor.
BU VATANIN ALTI DA BİZİM ÜSTÜ DE BİZİM
ABD ve AB şunu iyi bilsin: Bu vatan bizim. Hakkari’nin
dağları da bizim, Bingöl’ün ovaları da bizim, Diyarbakır’ın suları da bizim.
Vatan toprağının üstü de bizim, altı da bizim. Ormanlar da bizim, derler,
denizler de bizim. Bütün bunlar üzerindeki tasarruf hakkı da bizim. Ne bir
karış toprak veririz ne de yer altı zenginliklerimize yabancıların karışmasına
izin veririz.
Fizibilite raporundan öğreniyoruz; işletme gideri toplam
1.315 milyar dolar olarak hesap edilmiş. Bu meblağın yüzde 80'i yani yaklaşık 1 milyar
doları çevredeki il, ilçe ve köylere gidecek. Ayrıca şirket, devlet hakkı,
vergi, orman ve ruhsat harçları olarak yaklaşık 100 milyon dolar devlete para
ödeyecek. Şirketin net karının ise 470 milyon dolar düzeyinde olacağı tahmin
ediliyor.
Uygun olan kendi madenlerimizi kendimiz çıkarmamızdır. Eğer
bu altını kendimiz çıkarsaydık, bu para da bizde kalacaktı; kar transferi
olarak Kanada’ya gitmeyecekti. Elbette bu bölge de yeniden ağaçlandırılacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder