16 Ağustos 2019 Cuma


MİLLİ DEVLETLER VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ

Mazlum milletler için ‘milli devletler’ onları zalimler koruyan birer kale gibidir. Bu nedenle emperyalist Batı, milli devletlere saldırır. Ekonomik, siyasi ve kültürel dayatmalarda bulunur. Yetmezse, askerlerini kullanıp ölüm kusar.

Emperyalist Batı (ABD-AB), ne yazık ki, sömürmek istedikleri ülkelerde kendilerine hizmet edecek yardakçıları ve işbirlikçileri kolaylıkla bulurlar. Bunlar siyaset adamı olur, iş adamı olur, yazar olur; onlar için ne lazımsa o olur. Ülkelerin başına istedikleri yöneticileri getirirler, ülkenin istedikleri gibi yönetilmesini sağlarlar.

Bu emperyalist güçler milli devletlerin şu yönlerde değişmesini sağlamaya çalışır:

Milli egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerinden taviz verilecek. Devlet piyasanın ve Uluslararası şirketlerin hizmetine girecek. Mal ve sermayenin dolaşımı için gümrük duvarları yıkılacak. Sosyal devlet ilkeleri terk edilecek. Ülke topraklarının yabancılara satışındaki engeller kaldırılacak. Devlet yatırımları özelleştirilecek.

TURUVA ATINA DÖNÜŞMÜŞ STÖ’LER

Emperyalist güçler, bu dayatmaları kabul ettirmek için, özellikle gelişmekte olan ülkelerin milli devlet olma özelliğini tırpanlıyor ve küresel güçlere hizmet edecek hale getiriliyor. Bunu yaparken hedef ülke içindeki “sivil toplum örgütlerini” (STÖ) kullanıyor.

Milli devletler birer kale ise, STÖ’ler de birer Truva Atı olabiliyor.

Direnen devletleri zayıflatmak ve mümkünse yıkmak için ABD ve AB, küreselci STÖ’leri çeşitli fonlarla desteklerler ve karşılığında da şunları isterler:

Farklı etnik kültürlerin siyasallaştırılması ve etnik karşıtlığın belirginleştirilmesi; Farklı yaşamlara özgürlük söylemleri ile, tarikat, cemaat gibi yapılanmaların kendi hukuklarının yaşama geçirilmesi; Hükümet politikalarını ve kamuoyunu yönlendirme gücüne sahip siyasi partilerin, sendikaların, meslek odalarının, medya kuruluşlarının, vakıfların, derneklerin, tarikatların, cemaatlerin ve kanun dışı örgütlerin devlet aleyhine asgari müştereklerde buluşturulması ve kullanılması; diğer demokratik kitle örgütlerinin de kullanarak, ‘sivil itaatsizlik’ çağrıları yapılarak, kamu düzeni ve devlet aleyhine başkaldırı reflekslerinin oluşturulması; küreselleşmiş tüm STÖ’lerin bir arada çalışmaları ile hükümetin siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal politikalarının etkilenmesi; mezhep ve etnik farklılıklardan çatışmalar çıkarılması; etnik farklılıklar öne sürülerek yerel yönetimlerin özerkleştirilmesinin sağlanması; ülke şartlarının sürekli kötülenmesi ve insanların kendi memleketine yabancılaştırılması; ekonomik olarak ülkeyi zor duruma sokmak için her türlü yatırımın çeşitli söylemlerle engellenmeye çalışılması.

GELELİM “KAZ DAĞLARI” EFSANESİNE!

Çanakkale Kirazlı’da yürütülen altın madeni tartışmasına ilişkin Vatan Partisi Genel Sekreteri Utku Reyhan bir açıklama yaptı ve protesto eylemlerinin arka planındaki Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin AB fonları ile nasıl beslendiğini anlattı. Ve bir de soru sordu:

 “2016 raporunda 121 bin 358 lira 83 kuruş, 2017 raporunda 58 bin 466 lira, 2018 raporunda 22 bin 236 lira 44 lira 'proje hibesi' adı altında derneğe gelir kaydedilmiştir. Yani kendi hazırladığı rapora göre dernek, toplamda 202 bin 61 lira 27 kuruş hibe almıştır. Peki 2015’e kadar olmayıp, 2016’dan sonra alınmaya başlayan bu hibe nedir? Neyin fonudur”

Yıllar önce buna benzer bir tabloyu Bergama’da görmüştük. 1998 yılında Avrupa Parlamentosu şöyle bir karar almıştı ve arkasından Bergama’da protestolar başlamıştı.

“Özellikle Kürtlerin maruz kaldığı zulüm, hapis ve işkenceye son verilmesi; Kürt halkı temsilcilerini de içeren toplum güçleri arasında diyalog kurulması; Türkiye’deki her kesime ana dilleriyle eğitim hakkı ile Kürt dilinde yayın ve kendisini anlatmaya özgürlüğü verilmesi; Güneydoğu Anadolu Bölgelerinden olağan üstü halin kaldırılması ve köy korucuları sisteminin tasfiyesi; PKK’nın tek taraflı ateşkesinin kabul edilmesi ve Kürt hedeflerine saldırının durdurulması; mahkeme kararlarının, özellikle üç termik santral ve BERGAMA’DAKİ EUROGOLD ŞİRKETİNE İLİŞKİN DANIŞTAY KARARLRININ UYGULANMASI; Kuzey Kıbrıs’ta devam eden işgal durumunun ve AB’ne aday bir diğer ülkenin (Kıbrıs Rum Kesimi) erişim sürecini engelleyici tutumu nedeniyle Kıbrıs’ta siyasi çözüme gidilmesi; komşuları, özellikle Yunanistan ile ilişkilerini düzeltmesi vs.”

Yani AB diyor ki, kurulacak olan kukla devlete Güneydoğu’yu teslim edin. Kıbrıs’ı Rumlara bırakın.  Bergama’da altın çıkarmayın.

Güneydoğu’yu verin, Kıbrıs’ı verin ama Bergama’nın ağaçlarına dokunmayın!

AB, dün nasıl Bergama’da altın çıkartmayalım diye STÖ’leri kullanıp halkın protestolarda bulunmasını sağladıysa, bugün de aynı şeyi Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’ni kullanarak yapıyor. Bu amaçla bu derneğe 202 bin lira aktarıyor.

Belli ki, AB’nin amacı doğayı korumak değil, Türk ekonomisine zarar vermek. Dernek ve gönüllüler de buna katkı veriyor.

BU VATANIN ALTI DA BİZİM ÜSTÜ DE BİZİM

ABD ve AB şunu iyi bilsin: Bu vatan bizim. Hakkari’nin dağları da bizim, Bingöl’ün ovaları da bizim, Diyarbakır’ın suları da bizim. Vatan toprağının üstü de bizim, altı da bizim. Ormanlar da bizim, derler, denizler de bizim. Bütün bunlar üzerindeki tasarruf hakkı da bizim. Ne bir karış toprak veririz ne de yer altı zenginliklerimize yabancıların karışmasına izin veririz.

Fizibilite raporundan öğreniyoruz; işletme gideri toplam 1.315 milyar dolar olarak hesap edilmiş.  Bu meblağın yüzde 80'i yani yaklaşık 1 milyar doları çevredeki il, ilçe ve köylere gidecek. Ayrıca şirket, devlet hakkı, vergi, orman ve ruhsat harçları olarak yaklaşık 100 milyon dolar devlete para ödeyecek. Şirketin net karının ise 470 milyon dolar düzeyinde olacağı tahmin ediliyor.

Uygun olan kendi madenlerimizi kendimiz çıkarmamızdır. Eğer bu altını kendimiz çıkarsaydık, bu para da bizde kalacaktı; kar transferi olarak Kanada’ya gitmeyecekti. Elbette bu bölge de yeniden ağaçlandırılacaktı.

Hiç yorum yok: