YUSUF AKÇURA VE PARVUS
Yusuf Akçura tamam da bu Parvus nereden çıktı diye
sorabilirsiniz. Bu soruya cevap vemeden önce Osmanı’nın son dönemine bir bakmak
lazım.
Tanzimat, Abdülhamid ve Meşrutiyet döneminden söz ediyoruz.
Ülke tıpkı şimdiki gibi borç batağındaydı. Anadolu halkı yoksulluktan da öte aç
yaşıyordu. Yediği kuru ekmek, giydiği bir kaç paçavradan ibaretti. Köylülere mütegallibe,
toprak ağaları egemen durumdaydı. Yer yer isyanlar eşkiyalık sürüp gidiyordu.
Miri topraklar yağmalanıyordu. Kırsal nüfusun % 5’i olan çiftlik sahibi ve
ağalar ekilebilir toprağın üçte ikisini elinde tutuyordu. Köylüler ağaların
topraklarında maraba, yarıcı oarak çalışıyor, elde edilen ürünün yarısı
yatırıma hiç katılmayan ağaya gidiyordu. Resmen % 12.5 olan âşar, mültezimler
yüzünden ekinin %30-40’ını köylünün elinden alıp gçtürüyordu.
Özellikle 1838 tarihli Baltalimanı Antlaşması, Osmanlı’da
mevcut cılız sanayii yok etmekle kalmamış, küçük esnafı da yaralamıştı.
İktisaden bağımsız olamayan Osmanlı siyaseten de bağımsızlığını yitirmişti
ve kenarına kadar geldiği uçurumdan
düşmemek için çırpınıyordu.
KİM BU PARVUS?
Türk Devriminin öncülerinden Yusuf Akçura o dönemde Türkçülerin
çıkardığı derginin yönetmenliğini yapıyrodu.
Türk iktisatçılarını halk ve köylünün sorunları ile ilgili yazılar
yazmağa davet ettiğinde hiç birinden cevap gelmemişti. O zaman Türkiye’de
bulunan yabancı bir iktisatçının yazılarını dergisinde yayınlamak zorunda kalmış.
Yazılarında Parvus adını kullanan ve aslı adı Alexander Helphand olan bu kişi,
zamanının tanınmış sosyalistlerindendi. 1905 yılında Sibirya’ya sürülünce,
kaçıp Türkiye’ye gelmişti.
Parvus öncelikle ülkenin ekonomik ve istatistik tablosunu
çizdi. Sonra da çözüm yollarını gösterdi. Ona göre, Türkiye siyasal
bağımlılıktan kurtulmak için her şeyden önce ekonomik bağımlılıktan kurtulmalıydı.
Türkler bağımsız yaşamak istiyorlarsa kendi işlerini kendileri görecek hale
gelmek zorundadır diyordu.
Görüşlerini özetlemeye çalışalım:
Türkiye’nin geriliğinin esas nedeni Avrupa sermayesinin
sömürü alanı haline gelmesidir. Türkiye’nin tarım, ticaret, tabiî kaynaklar,
demiryolları bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri Avrupa’nın
ekonomik güçlerinin hükmü altındadır.
Bu böyle oldukça, Türkiye kalkınmak için bir destek bulamaz.
Türk köylüsü ve esnafı bu koşullarda kalkınamaz.
Dış yardım ve sermaye girişi ile de kalkınma mümkün olmaz
çünkü ekonomin geçmişte bu yola başvurulduğu için geri kalmıştı. Dışarıdan
kaynak bulma ancak eskiden daha ağır şartlarda olabilir; bu şartlar ise
çöküntüyü hızlandırır.
Türk aydınları halktan kopuk olduklarından toplumun büyük
çoğunluğu olan köylülerin perişanlığını bilmiyor. Avrupa’dan alınacak yardımla
Türk toplumunun Batı uygarlığına katılacağını sanıyorlar. Türk toplumu Batı
uygarlığının dışındadır; Batı ile onun arasındaki ilişki sadece sömürenle
sömürülen ilişkisidir. Türkiye Avrupa’nın sömürgesi olma yolundadır.
PARVUS AYDINLAR UYARIYOR
Aydınlara hitap eden bir yazısında da şöyle diyor:
“Çağımızın istediği bir iktisadi kuvvet vücuda getirmeyecek
olursanız helâk olmanız muhakkaktır. Balkan muharebesinden sonra da Türkiye
mali ve sinaî bakımdan eskisinden daha fazla soyulmaya devam edecektir. Zira bu
ülkede egemen güçler ne hükümet, ne Türk halkı, ne Müslümanlar ne de
Hristiyanlardır; burada gerçekte egemenlik gücü olan Avrupa maliyesidir. Siz
alacaklılarınızın hizmetçisi durumuna düştüğünüz gibi, devletiniz de onların
çıkarına hizmet etmektedir. En önemli sorun, bütün hezimetlerinizin Avrupa diplomasisi
ve yüksek mali çevreleri tarafından hazırlandığını artık anlamanızdır.
Türkiye için kurtuluş yolu, demokrasidir, fakat bu demokrasi
sizin tanıdığınız diplomatlar ve bankerler Avrupa’sının demokrasisi değil,
kendi sömürücüleri ile savaşan Avrupa’nın demokrasisidir.
Siz aydınlar halktan uzaklaşmışsınız; kendi ulusunuzu tanımıyorsunuz.
Siz milletinizi ya kendi hayalinizde kahramanlık heyûlası şekline sokarak
göklere çıkarıyorsunuz, ya da
muhafazacılığından ötürü onu yerlere çalıyorsunuz. Fakat siz milletinizin
kanının artık son damlasını akıtmakta olduğunu hâlâ görmüyorsunuz,
başkentinizin kapıları önünde gürlemekte olan top sesleri (Balkan Harbini
kastediyor) kalpleriniz sarsmıyorsa, siz avcıları tarafından kuşatılmış bir av
hayvanı gibi bir köşeye sıkıştırıldığınızı hâlâ anlamıyorsanız, size daha ne
söyleyebilirim.”
AKÇURA DA AYNI GÖRÜŞTE
Yusuf Akçura’nın da Parvus ile aynı görüşleri paylaştığını
şu ifadelerinden anlıyoruz:
“Avrupa’da büyük sanayi ve sermayenin oluşmasıyla, Osmanlı
ülkesine girişi, ekonomimizi alt üst etti ve memleketimizin ekonomik krizinde
hiç şüphesiz, en önemli etken oldu…
“Abdülmecit zamanında borçlanma kapısı geniş açıldı ve en
çok bu kapıdandır ki Avrupa’nın büyü sermayesi, Osmanlı ülkesine girip istila
etti. Sanayi ürünleri ile memleketten aldığı kazanca para kirası olarak aldığı
faizler eklendi. Ecnebilerden alınan borç paraların mühim bir kısmı, egemen
zümre ve padişahlar tarafından verimsiz masraflara tutuldu…”
“Avrupa sermayesinin istilasının sonuçları bu kadar mı?
Hayır efendiler, hayır! Bu istiladan dolayı memalik-i Osmaniye’de küçük ve orta
sanayi hemen hemen kalmadı.”
“Memleketin seneden seneye fakirleşmesinin en mühim sebebi,
kanaatimce ecnebi sermayesinin memleketimize girip faiz ve temettü yolu ile,
müstakil sanayi ve ticaretimizi imha suretiyle, milli servetimizi çekmesi ve
ezmesi olmuştur.”
ÜRETİM DEVRİMİ KAPIDA
Akçura ve Parvus’un tespitleri ve uyarıları bugün de geçerlidir.
Türkiye en kısa zamanda Batı sermayesinin bize dayattığı ekonomik modelden
vazgeçmelidir. Hasapsız borçlanmalarla ve dışa bağımlı bir ekonomik modelle
kalkınmak vefaha ulaşmak mümkün değildir.
Cumhuriyet devrimi ile geçmişteki zorlukları nasıl aştıysak
bugün de ‘üretim devrimi’ ile bu zor günleri geride bırakacağız. Buna
inanıyoruz çünkü Türk milletine güveniyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder