10 Ocak 2019 Perşembe


ENGELLİ DEMOKRASİ

31 Mart yaklaşıyor, yeni bir seçim dönemine girdik. Seçimler yapıldığına göre ülkede demokrasi var kabul ediyoruz. Doğrudur demokrasi var da, ne kadar var acaba?

Elbette demokrasi toplumlar için bir gerekliliktir. Geniş halk kitlelerinin isteklerini kabul ettirmek için de önemli bir araçtır. Ama halkın isteklerinin önünü kesmek isteyen, emperyalizm ile işbirliği içinde olanlar için de bir araçtır.

Yıllardır ülkemizde demokrasi var veya öyle diyorlar. Mevcut durumumuza bakalım ve karar verelim; acaba bu araçtan kim faydalanmış, halkımız mı, yoksa bir avuç sermaye sahibi mi?

MEVCUT DURUM

Türkiye borç batağında. İşsizlik, yoksulluk hatta açlık sınırı altında yaşayanların sayısı gittikçe artmakta. Gelir, servet ve fırsat eşitsizliği ciddi boyutlarda. Parası olanlar sağlık ve eğitim hizmetlerinden daha iyi faydalanıyor. Parası olanlar askerlik bile yapmıyor. Halkın büyük çoğunluğu ekmeğin ucuz olması ile teselli edilirken, zenginler, yoksulların bir ayda yiyeceğe verdiği parayı bir gece de lüks restoranda harcıyor.

Demokrasi halk egemenliği ise,  bu tabloyu halkımız mı istedi? Halk eğer egemen olsa böyle bir tablo oluşur muydu? Halk çıkarlarını koruyamıyorsa, demokrasi kimin için var? Bu düzen kimin eseri? Elbette halkın değil.

Demek ki, demokrasi denen aracı halkımız kullanamamış. Kullananlar da köşeyi dönmüş. Onun için de seçimler, para babaları arasında bir yarışa dönmüş durumda. Çoğunluğun yoksulluğu, azınlığın servetine dönüşmüş.

ZİHİNLER BULANIK

Tartışılması gereken husus şu: Her türlü eşitsizliği artıran ve sermayenin giderek belirli ellerde toplandığı bu kapitalist sistem içerisinde gerçek demokrasi olur mu, olmaz mı? Bu soru hiç bir zaman gündeme gelmiyor. Gelmez çünkü medya dediğimiz kurum sermaye sahiplerinin sözcüsü durumuna getirilmiş. Kapitalizm tabuya dönüştürülmüş.

Sosyalizm halkımızın gözünde adeta bir canavara dönüşmüş. Liberal ekonominin aç bıraktığı geniş yığınlar hala kapitalizmin dışında bir çare yok sanıyorlar.

İnsanlarda sınıf bilincinin gelişmesi engeleniyor. Onun yerine cemaat bilinci, etnik kimlik bilinci, mezhep bilinci pompalanıyor. Bu bilinçteki insanlar seçimlerini kendi çıkarları doğrultusunda yapamıyor. 

Doğu ve Güneydoğu halkının yosulluğu buradaki insanların sınıf bilinci ile değil, etnik kimlik bilinci ile hareket etmesinden kaynaklanıyor. Kazanan da demokrasi aracını kendi çıkarı için kullanan dış güçler ve ağalar oluyor.

Kürtlerin ayrı partisi olsun, Çerkezlerin ayrı partisi olsun, alevlerin ayrı partisi olsun, sünnilerin ayrı partisi olsun derseniz halkı yanlış seçimlere zorlarsınız. Kazanan kompradorlar, ağalar, şeyhler olur; nitekim de öyle oluyor.  Halk fakirleşirken zenginler daha da zengin oluyor. Üstelik ülke kaynakları da yabancıların eline geçiyor.

Yıllardır medyamız etnik kimlik, din, mezhep ayrılıklarını pompalıyor. Köylünün, işçinin, küçük esnafın dertleri, problemleri dile getirilmiyor. Sınıf bilincinin oluşmasına izin verilmiyor.

Din kişisellikten çıkarılıp sosyalleştirilmiş. İdeolojiye dönüştürelen dini inançlar yüzünden emekçiler ücretlerinin düşüklüğünü Allah’ın takdirine bağlamışlar ve haklarını arayacak eylemleri yeteri kadar yapamıyorlar. Gerçek hayataki cehennem, öteki dünyadaki cennet ile dengeleniyor. Dincilerin gerçek dini ise “arz-talep” yasası olmuş

YASAL ENGELLER

Olağanüstü yetkilerle donatılmış bir başkanlık sistemi var. Cumhurbaşkanı hükümeti belirliyor, kanun yapabiliyor, yüksek yargı organlarının üyelerini seçiyor. Yasama, yürütme ve yargı bir elde toplanmış durumda. Cumhurbaşkanının belirlediği hükümetin TBMM’den güven oyu almasına gerek yok. Milletvekilleri bakanlar hakkında gensoru veremiyor.

Meclisin yetkileri kısıtlanmış. Denetleme görevi kalmamış, yasama görevinin bir kısmı Cumhurbaşkanına devredilmiş, bütçe yapma hakkı elinden alınmış.

Bu şartlarda sağlıklı bir demokrasiden söz etmek mümkün mü?

Demokrasi önündeki yasal engeller bu kadar da değil. Siyasi Partiler Kanunu ve seçim sistemi de demokrasiye uygun değil. Parti lideri adayı belirliyor, seçmenlerine de “tıpış tıpış gidip oy verin” diyebiliyor. % 10’luk seçim barajı ise, milyonlarca insanın gerçek tercihlerinin önünde aşılmaz bir duvar olmuş.

ÇARE: DEVRİMLERE DEVAM

Türkiye bu zor ve kabul edilemez duruma Atatürk devrimlerinden geri dönerek geldi. 1940’lı yıllardan sonra karşı devrimciler milletin geleceğine egemen oldu. Türk Devrimi’nin temel amacı olan “Kayıtsız şartsız millet egemenliği” tam olarak sağlanamadı.

Kapitalist sistem, demokrasinin bir şartı gibi sunuldu. Halkın egemen olamadığı ortamda çıkar grupları ve yabancı güçler ülkeyi bu hale getirdi.

Çıkış yolu bellidir; tekrar Kemalist devrime dönmek gerekir. Hedef yeniden “İstiklal-i Tam” ve “Hakimiyet-i Milliye” olmalıdır. İçinden geçtiğimiz zor dönem Türk milletini buna mecbur etmektedir. İnanıyoruz ki,  mecburiyetler milletimizin geleceğini belirleyecek ve Kemalist devrim tamamlanacaktır.

Hiç yorum yok: