ENGELLİ DEMOKRASİ
31 Mart
yaklaşıyor, yeni bir seçim dönemine girdik. Seçimler yapıldığına göre ülkede
demokrasi var kabul ediyoruz. Doğrudur demokrasi var da, ne kadar var acaba?
Elbette demokrasi
toplumlar için bir gerekliliktir. Geniş halk kitlelerinin isteklerini kabul
ettirmek için de önemli bir araçtır. Ama halkın isteklerinin önünü kesmek
isteyen, emperyalizm ile işbirliği içinde olanlar için de bir araçtır.
Yıllardır
ülkemizde demokrasi var veya öyle diyorlar. Mevcut durumumuza bakalım ve karar
verelim; acaba bu araçtan kim faydalanmış, halkımız mı, yoksa bir avuç sermaye
sahibi mi?
MEVCUT DURUM
Türkiye borç
batağında. İşsizlik, yoksulluk hatta açlık sınırı altında yaşayanların sayısı gittikçe
artmakta. Gelir, servet ve fırsat eşitsizliği ciddi boyutlarda. Parası olanlar
sağlık ve eğitim hizmetlerinden daha iyi faydalanıyor. Parası olanlar askerlik
bile yapmıyor. Halkın büyük çoğunluğu ekmeğin ucuz olması ile teselli
edilirken, zenginler, yoksulların bir ayda yiyeceğe verdiği parayı bir gece de lüks
restoranda harcıyor.
Demokrasi halk
egemenliği ise, bu tabloyu halkımız mı
istedi? Halk eğer egemen olsa böyle bir tablo oluşur muydu? Halk çıkarlarını
koruyamıyorsa, demokrasi kimin için var? Bu düzen kimin eseri? Elbette halkın
değil.
Demek ki,
demokrasi denen aracı halkımız kullanamamış. Kullananlar da köşeyi dönmüş. Onun
için de seçimler, para babaları arasında bir yarışa dönmüş durumda. Çoğunluğun yoksulluğu,
azınlığın servetine dönüşmüş.
ZİHİNLER BULANIK
Tartışılması
gereken husus şu: Her türlü eşitsizliği artıran ve sermayenin giderek belirli
ellerde toplandığı bu kapitalist sistem içerisinde gerçek demokrasi olur mu,
olmaz mı? Bu soru hiç bir zaman gündeme gelmiyor. Gelmez çünkü medya dediğimiz
kurum sermaye sahiplerinin sözcüsü durumuna getirilmiş. Kapitalizm tabuya dönüştürülmüş.
Sosyalizm
halkımızın gözünde adeta bir canavara dönüşmüş. Liberal ekonominin aç bıraktığı
geniş yığınlar hala kapitalizmin dışında bir çare yok sanıyorlar.
İnsanlarda sınıf
bilincinin gelişmesi engeleniyor. Onun yerine cemaat bilinci, etnik kimlik
bilinci, mezhep bilinci pompalanıyor. Bu bilinçteki insanlar seçimlerini kendi
çıkarları doğrultusunda yapamıyor.
Doğu ve Güneydoğu
halkının yosulluğu buradaki insanların sınıf bilinci ile değil, etnik kimlik
bilinci ile hareket etmesinden kaynaklanıyor. Kazanan da demokrasi aracını
kendi çıkarı için kullanan dış güçler ve ağalar oluyor.
Kürtlerin ayrı
partisi olsun, Çerkezlerin ayrı partisi olsun, alevlerin ayrı partisi olsun,
sünnilerin ayrı partisi olsun derseniz halkı yanlış seçimlere zorlarsınız.
Kazanan kompradorlar, ağalar, şeyhler olur; nitekim de öyle oluyor. Halk fakirleşirken zenginler daha da zengin oluyor.
Üstelik ülke kaynakları da yabancıların eline geçiyor.
Yıllardır
medyamız etnik kimlik, din, mezhep ayrılıklarını pompalıyor. Köylünün, işçinin,
küçük esnafın dertleri, problemleri dile getirilmiyor. Sınıf bilincinin
oluşmasına izin verilmiyor.
Din kişisellikten
çıkarılıp sosyalleştirilmiş. İdeolojiye dönüştürelen dini inançlar yüzünden
emekçiler ücretlerinin düşüklüğünü Allah’ın takdirine bağlamışlar ve haklarını
arayacak eylemleri yeteri kadar yapamıyorlar. Gerçek hayataki cehennem, öteki
dünyadaki cennet ile dengeleniyor. Dincilerin gerçek dini ise “arz-talep”
yasası olmuş
YASAL ENGELLER
Olağanüstü yetkilerle
donatılmış bir başkanlık sistemi var. Cumhurbaşkanı hükümeti belirliyor, kanun
yapabiliyor, yüksek yargı organlarının üyelerini seçiyor. Yasama, yürütme ve
yargı bir elde toplanmış durumda. Cumhurbaşkanının belirlediği hükümetin TBMM’den
güven oyu almasına gerek yok. Milletvekilleri bakanlar hakkında gensoru
veremiyor.
Meclisin
yetkileri kısıtlanmış. Denetleme görevi kalmamış, yasama görevinin bir kısmı
Cumhurbaşkanına devredilmiş, bütçe yapma hakkı elinden alınmış.
Bu şartlarda sağlıklı
bir demokrasiden söz etmek mümkün mü?
Demokrasi
önündeki yasal engeller bu kadar da değil. Siyasi Partiler Kanunu ve seçim
sistemi de demokrasiye uygun değil. Parti lideri adayı belirliyor, seçmenlerine
de “tıpış tıpış gidip oy verin” diyebiliyor. % 10’luk seçim barajı ise,
milyonlarca insanın gerçek tercihlerinin önünde aşılmaz bir duvar olmuş.
ÇARE: DEVRİMLERE
DEVAM
Türkiye bu zor ve
kabul edilemez duruma Atatürk devrimlerinden geri dönerek geldi. 1940’lı
yıllardan sonra karşı devrimciler milletin geleceğine egemen oldu. Türk Devrimi’nin
temel amacı olan “Kayıtsız şartsız millet egemenliği” tam olarak sağlanamadı.
Kapitalist sistem,
demokrasinin bir şartı gibi sunuldu. Halkın egemen olamadığı ortamda çıkar
grupları ve yabancı güçler ülkeyi bu hale getirdi.
Çıkış yolu
bellidir; tekrar Kemalist devrime dönmek gerekir. Hedef yeniden “İstiklal-i Tam”
ve “Hakimiyet-i Milliye” olmalıdır. İçinden geçtiğimiz zor dönem Türk milletini
buna mecbur etmektedir. İnanıyoruz ki, mecburiyetler
milletimizin geleceğini belirleyecek ve Kemalist devrim tamamlanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder