13 Mayıs 2025 Salı

 



PKK'NIN FESHİ VE 12.KONGRE KARARLARI 

İnsanların sürece şüphe ile yaklaşmalarına hak veriyorum.  Öcalan’ın mektubu ile PKK’nın 12. Kongre kararları bir biriyle ciddi anlamda çelişiyor.

Öcalan şöyle diyordu: “…; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.” “…devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.“

Öcalan basit bir silah bırakmaktan ve örgütü feshetmekten söz etmiyor; toplumla ve devletle bütünleşmekten söz ediyor

Bu kararlılık kongre kararlarında yok. Tam tersine mücadeleye devam edileceğinden, özgürlük hareketi için yeni bir dönem başlamıştır, Kürtlerin devletten ayrı olarak etnik temelde ayrı bir örgütlenmelerden, saldırılara karşı kendilerini savunacaklarından, soykırımdan, Lozan’dan söz ediyor.

Bütün bunlara rağmen ben karamsar değilim. Emperyalizmi arkalarına almalarına rağmen, 40 yılı aşkın bir sürede Türkiye’yi bölmek için silahlı mücadele veren örgüt bunu başaramadı. Silahla başaramadıklarını ne yapacaklarda başaracaklar.

Anayasa’nın ilk 4 maddesi ve 66. Maddesi yerinde duruyor. TSK ve diğer güvenlik örgütlerimiz büyük bir dikkatle süreci takip ediyor.

Örgüt yeni eleman bulmakta zorlanıyor. Güneydoğu eski Güneydoğu değil. İnsanlar terör korkusu olmadan huzurlu bir şekilde yaşıyorlar. Örgütün yurt içinde ve dışında eylem yapacak hali kalmamış. Lider kadroları tek tek temizleniyor. Ve bir önemli husus daha, Amerika, Trump’tan sonra değişti. PKK’ya olan desteğini kesiyor.  

40 yılı aşkın bir sürede devlete karşı mücadele etmiş silahlı bir örgüt ben yenildim, gelin beni teslim aldım diyemez. Bu bildiri aslında ölüme sürüklediği insanlara biz boşuna mücadele ettik, yenildik diyemez.

Sonuç olarak, karamsar olmadan ama çok dikkatli bir şeklide süreci takip etmek lazım. 

PKK İÇİN KURTULUŞ YOK

Türkiye Cumhuriyeti PKK’nın önüne iki alternatif koydu. Ya örgütü feshedecekler ya da yapılacak büyük bir askeri harekâtla yok olacaklar. Güneydoğu’da askeri yığınak var. Birlikler, uçaklar, SİHA’lar, obüsler, roketler, tanklar hazır.  Bunu Öcalan da anladı, PKK’nın dağdaki liderleri de anladı. 12. Kongrede aldıkları kararları uygulayacak güçleri yok. Onlar için tek kurtuluş örgütü feshetmek ve silahları teslim etmek. Hiç kimse Türkiye’nin gücünü küçük görmesin.

Bu süreç bir günde bitmez ama sürecin sonunda çok daha güzel günler bizi bekliyor.

Emperyalizmin yüz küsur senelik planları bozulacak. Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacak.

Türkiye Cumhuriyeti PKK’nın önüne iki alternatif koydu. Ya örgütü feshedecekler ya da yapılacak büyük bir askeri harekâtla yok olacaklar.

Güneydoğu’da askeri yığınak var. Birlikler, uçaklar, SİHA’lar, obüsler, roketler, tanklar hazır. 

Bunu Öcalan da anladı, PKK’nın dağdaki liderleri de anladı. 12. Kongrede aldıkları kararları uygulayacak güçleri yok. Örgüt üyelerine ve sempatizanlarına moral vermeye ve fesih kararını içlerine sindirmeye çalışıyorlar; o kadar!

Onlar için tek kurtuluş örgütü feshetmek ve silahları teslim etmek.

Hiç kimse Türkiye’nin gücünü küçük görmesin.

Bu süreç bir günde bitmez ama sürecin sonunda çok daha güzel günler bizi bekliyor.

Emperyalizmin yüz küsur yıllık planları bozulacak.

Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacak.


9 Mayıs 2025 Cuma

 

YUNUS NADİ’DEN EKREM İMAMOĞLU’NA SÜRÜKLENEN GAZETE: CUMHURİYET

Hemen her gün diğer birçok gazeteyi olduğu gibi Cumhuriyeti de okuyorum. Her okuyuşta nerden nereye diyorum. Yunus Nadi’nin kurduğu, antiemperyalist ve devrimci çizgide yayın yapan gazete, emperyalizmin bizi yönetmesi için bulduğu, eğittiği ve kullandığı birisinin ‘trolü’ haline gelmiş.

Yunus Nadi’yi iyi tanırsak dediklerim daha iyi anlaşılır.

KURUCU YUNUS NADİ, İSİM BABASI ATATÜRK

Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu olan Yunus Nadi, gazetecilik hayatına Tasvir-i Efkâr gazetesinde başlamış, bu gazetenin başyazarlığını yapmış. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra Velid Ebuzziya ile anlaşmazlığa düştüğü için Tasvir-i Efkar gazetesinden ayrılan Yunus Nadi, 1918'de Yeni Gün gazetesini kurmuş. Anadolu'daki milli mücadele hareketini desteklediğini Yeni Gün’de açıkça yazmış.

16 Mart 1920’de İstanbul'un işgalinden bir gün sonra gazetesi İngilizler tarafından kapatıldı. Yunus Nadi Anadolu'ya geçmek zorunda kaldı. 10 Ağustos 1920'den itibaren gazetesini “Anadolu’da Yeni Gün” adıyla çıkardı ve Anadolu'daki milli mücadeleyi desteklemeye devam etti. Gazete, 11 Mayıs 1924'e kadar Ankara’da yayımlandı.

Yunus Nadi, cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul'a giderek hilafet yanlısı İstanbul basınına karşı cumhuriyeti ve devrimleri savunacak bir yayın organı olarak Cumhuriyet gazetesini yayımlamaya başladı. Gazete, Mustafa Kemal'in teklifi üzerine Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazetelerinin birleştirilmesi ile doğdu ve Atatürk’ün önerisiyle ‘Cumhuriyet’ ismini aldı.

YUNUS NADİ’NİN BATI EMPERYALİZMİNE KARŞI TAVRI

Yunus Nadi'nin solla ilgilenişi 1917 Sovyet Devrimi'ne kadar geriye gider. Başyazarı olduğu Tasvir-i Efkar Lenin'in 1917 ilkbaharında Rusya'ya dönüşünü haber veren ilk gazetedir. Lenin'in ilk resmini o basmış ve devrim hakkında sürekli yazılar yazmıştır.

1920 yılında yazdığı bir yazıda şunları söylemiş:

“...Batı emperyalizminin mahkûm mevkiine indirdiği, kendisine ilelebet köle kılmak istediği, zulüm görmüş milletler arasında, bize çevrilen husûmet, bizi mahvetmekle bir teselli bulmak istemeyen bir vahşet derecesindedir. Ellerimizi ayaklarımızı kıskıvrak bağlayarak, bize ebedi bir kölelik hayatı yaşatmak istiyorlar. Demek oluyor ki, dünyanın büyük inkilâp savaşında, bizim yerimiz, vahşice saldırısını en ziyade bizim üzerimize yöneltmiş olan emperyalist ve kapitalist güruhu yıkmak isteyen taraftır.”

“...Bu arada, kendi nefsimizde tecrübeye dayanan bir keyfiyet olmak üzere, sâbit olmuş gerçek şudur ki, fenalık Rusya'da veya İngiltere'de değil, emperyalist ve kapitalistliktedir; Çarlık'ın ortadan kalkmış olması, İngiltere ve Fransa'nın Çarlık'a rahmet okutacak kadar, zalim ve kan içici olmalarına engel olmadı. Buna binaen gâye, daha fazla vuzuhla kendiliğinden belli oldu; aletıtlak emperyalistliğe ve kapitalistliğe karşı ve bunları ernegun edinceye kadar cidâl!...

“... Bu bayrak altında birleşen milletlerin savaşı, dünyanın ve insanlığın en mukaddes bir ihtilâlidir. Bu ihtilâl ki ona nazaran İngiliz ve Fransız İhtilâlleri, zikrolunmaya bile değmeyecek ufaklıkta, gölgede kalıyor...”

YUNUS NADİ’NİN KEMİKLERİ SIZLIYORDUR

Cumhuriyet gazetesi, emperyalist ülkeleri zalim ve kan içici olarak tarif edip, sömürüye karşı yapılan Sovyet ve Türk devrimini Fransız devriminden dahi büyük ve olumlu gören Yunus Nadi’nin gazetesi şimdilerde artık ‘zalim ve kan içici’ emperyalizmin kuklasına hizmet eder hale gelmiş.

Soldan sağa, devrimden karşı devrime ne acı savruluş!

22 Nisan 2025 Salı

 

ALGILARIN GÜCÜ

Gary Small’un “Bir Psikiyatristin Gizli Defteri” isimli bir kitabını bilmem okudunuz mu? Kitapta çok sıra dışı vakalar anlatılıyor. Bunlardan birisinde, Dr. Small’un hastası kendi elini oraya ait değilmiş gibi hissediyor. Elinden kurtulana kadar kendisini rahat hissetmeyeceğini düşünerek elini kestirmek istiyor.

Small, hastasına ‘dismorfofobi’ teşhisini koyuyor. Bu hastalar kendisini veya kendisinin bir parçasını, gayet normal olduğu halde, acayipmiş gibi algılıyor. Hastalar gerçeklere göre değil, bu algıya göre karar veriyor ve acayip buldukları parçalardan kurtulmaya çalışıyor. Dr. Small, gerçekten uzaklaşmış algısına teslim olmuş bu hastayı, hastanın rızası olmamasına rağmen, marangoz olan hastanın elini kesmesinden korkup acil olarak hastaneye yatırıyor ve tedaviye başlıyor.

Bu hikâyeyi okurken şunu düşündüm; kafalarda oluşmuş algılar gerçeğin yerine geçebiliyor ve insanlar bu algılara göre seçimlerini yapıyor ve kararlar veriyor. Freud’a göre de arzular ve bilinçaltı sürekli yanılgılar üretir ve insanlar da bu yanılgıları hakikat diye inanır. Gerçeklerin yerini algılar alır.

Uzun uzun düşünmek lazım; gerçek diye bildiklerimizin kaçı gerçektir acaba? Ya da hangileri medyanın ya da sosyal medyanın etkisi ve bizim bilinçaltımızın eseri olan algılardır. Ve biz bu algılar sonucu kendimize ve çevremize zarar veriyor muyuz? Kendi elimiz kendimiz kesiyor muyuz?

10 Nisan 2025 Perşembe

 

BÖYLE DOST DÜŞMAN BAŞINA

Trump, Netanyahu ile konuşurken Erdoğan’ı sözüm ona methetmiş. Söyledikleri de şunlar:

“Benim büyük bir dostum var, adı Erdoğan. Ben onu severim, o da beni sever. Hiçbir zaman aramızda bir sorun olmadı. Birçok şey yaşadık birlikte. Bibi, eğer Türkiye’yle bir sorunun varsa… Rahip Brunson olayını biliyorsun… Bunu çözebileceğime inanıyorum. Ama makul olmalısın. Erdoğan sert biridir, zeki biridir.” Bir yandan övüyor, diğer yandan Rahip Brunson’u hatırlatıp Erdoğan’a aba altından sopa gösteriyor.

Bunları okuyunca aklıma şu meşhur söz geldi: “Zehri altın tabakta sunarlar”.  Bir çarpıcı ifadede Almanlar’ın Edda isimli destanında var: “Eğer birine kötülük yapacaksan, yüzüne iyilikle bak, onunla dostça konuş.”

Trump’ın yaptığı da tam da bu, dostça konuşuyor ama kötülük yapmanın hazırlığını da sürdürüyor. Ziya Paşa’nın dediği gibi, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”. Biz de Amerika’nın yaptığı işlere bakalım, Trump dost mu düşman mı anlamaya çalışalım.

Romanya’dan Yunanistan’a, Dedeağaç’tan Girit’e, oradan Güney Kıbrıs’a askeri üslerini kurmuş, üsleri zırhlılarla, tanklarla, uçaklarla doldurmuş ve namlularını da Türkiye’ye çevirmiş uygun zamanı bekliyor; tıpkı, avcının Tüfeğini doldurup kuşu vurmak için beklediği gibi..

Yetmezmiş gibi, İsrail ile birlikte Kürdistan isimli bir kukla devleti kurmak için, Suriye’de darbe yapmış, İran ve Rusya’nın bu bölgedeki etkisini azaltmış, Türkiye’yi yalnızlaştırmış ve şartların olgunlaşmasını bekliyor.

Bununla da yetinmemiş, Türkiye’de kendisine daha az direnecek bir iktidar olsun diye uğraşıyor, ortalığı karıştırıyor.

Ne diyelim; böyle dost düşman başına…

6 Nisan 2025 Pazar

 

KUTUPLAŞTIRMA  KARGAŞA VE İKTİDAR DEĞİŞİMİ


Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeye egemen olmak isterse, ilk yaptığı şey mevcut iktidarı yıpratmak, ülkeyi seçime götürmek ve bu şekilde uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmak.
Bunun için, ülke içinde kaos yaratır, ekonomik saldırılarda bulunur, terör örgütlerinden faydalanır ve iktidarı yıpratır ve seçim ortamı yaratır. Bununla başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahaleler gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.


Yaşım uygun 1960 öncesini hatırlıyorum;  toplum DP’li ve CHP’li olarak ikiye bölünmüştü, ayrışma düşmanlıkları körüklüyordu.  Ankara, İstanbul ve birkaç ilde daha olaylar, kalkışmalar oldu; arkasında 1960 darbesi geldi.


1971 öncesi ülkede önce Amerikan karşıtı gösteriler başladı ve arkasından komünist, antikomünist çatışması çıktı ve peşinden 12 Mart'ta Amerikancı bir darbe oldu.


1974 Kıbrıs Harekâtı yapıldı, Amerika önce ambargo uyguladı ve arkasından sağ-sol çatışmalarını kışkırttı. Binlerce insanımız kaybettik. Bunu bahane eden Amerika’nın “Bizim çocuklar” dediği generaller 12 Eylül 1980 darbesini yaptı. Vatanseverler susturuldu. Küreselciler, Amerikancılar iktidar oldu.


2002 yılında, Türkiye’nin Irak politikasını beğenmeyen Amerika bu sefer ekonomik olarak saldırdı ve Türkiye’yi seçime gitmeye zorladı.  Seçim sonucunda, 2 Kasım 2002’de ABD'nin istediği iktidar başa geldi.


Aynı oyun tekrar oynanıyor.  ABD, bu iktidarın Amerika-İsrail politikalarına yeteri kadar hizmet etmediğini düşünerek  ülke içindeki, güçlerini devreye soktu.  Bahane de hazırdı;  Erdoğan, rakibini hapse attırmıştı, hukuk siyasetin emrine girmişti. Türkiye çok kötü yönetiliyordu.  Bu gerekçelerle halk sokağa çağrıldı, yetmedi boykotlar ilan edildi. Arkasından erken seçim çağrıları başladı.


Bu plana göre, iktidar erken seçim yapmaya mecbur kılınacak. Seçim sonucunda, ABD’nin istediği iktidar oluşacak; Amerika’nın plânı bu. 


Başarabilir mi? Erdoğan ve AKP iktidarı ekonomik, güvenlik ve dış politikalarını değiştirmezse, milli güçleri toplayıp yanına almazsa, bu planın başarı ihtimali çok yüksek.  

 

Bunun sonunda,  ‘Kürdistan’ isimli ikinci İsrail devletinin kurulur ve Sevr gerçek olur.  

 

25 Mart 2025 Salı

 

PSİKOLOJİK KİTLE VE NEFRET YOBAZLARI
Bu yazıyı 4 sene 4ay önce yazmıştım. Bahsettiğim "pskolojik kitle" harekete geçirildi. Yazı şöyle:
Eyup S. Karakaş
PSİKOLOJİK KİTLE VE NEFRET YOBAZLARI
Türkiye’de bir yeni ‘psikolojik kitle’ oluştu. ‘Psikolojik’ diyorum çünkü insanlar akıllarından çok duygularının itmesi ile bu kitleye katılıyor. O duygunun adı da ‘Erdoğan ve AKP nefreti’.
Bu kitlenin içerisinde Atatürk posteri sallayanları, kafa tokuşturarak milliyetçiliğini ilan edenleri, Türkiye’yi bölme hevesi içinde çırpınanları, inşallah, maşallah diyerek dindar olduklarını gösterme ihtiyacı duyanları, ümidini Amerika’ya bağlamış liberalleri görmek mümkün.
Fikirler farklı, ama nefret aynı. Bu nefret onları tekleştiriyor. Nefret tek, fikir tek: ‘Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin.’
Kin ve nefret insanı ülkesine, vatanına ihanet edecek kadar körleştirir mi? Körleştirdiğini gördük ve görmeye de devam ediyoruz.
Biden, Macron, Miçotakis, Kılıçdaroğlu, Akşener, Demirtaş, Fethullah ele ele tutuşmuş, ‘Erdoğan Gitsin’ türküsünü söyleyip halay çekiyorlar. Davul Türkiye’de, tokmak Amerika’da. Halay başı ise Biden; o diz kırıyor hepsi kırıyor, o ellerini kaldırıyor hepsi kaldırıyor. Melodi Amerika’dan geliyor, ritmi orası belirliyor. Bizim psikolojik kitlemiz ise coşmuş vaziyete izliyor, alkışlıyor.
EGEMEN OLAN AKIL DEĞİL, DUYGU
Böyle topluluklara ‘duygusal kitle’ demek de mümkün; çünkü egemen olan duygular.
Aşkın gözü kördür derler, biz de diyoruz ki, nefretin gözü daha da kördür. Nefret seline kapılmış birisinde artık kişisel muhakeme, araştırma, soruşturma, şüphelenme kalmaz. Kendisine yöneltilen telkinlerin esiri olur.
Kendi aklını nefretinin emrine vermiş bir kimse, nefret duygularını besleyecek her türlü habere hemen inanır. Şüphe duymaz, araştırmaz, soruşturmaz. İnandığı bu haber onun kişisel çıkarlarını yok edecek de olsa mutlu olur. O kadar mutlu olur ki, haberi veya bilgiyi doğruluğunu araştırmadan arkadaşları ile paylaşır; mutluluğu daha da artar.
Bu nedenle, sosyal medya yalan nehrine dönüşmüş durumda. Bu nehrin kaynağı ise belli, halay başında kim varsa, melodi nereden yükseliyorsa yalan nehrinin kaynağı da odur, orasıdır.
Böyle duygusal kitlelerde, ilk okul mezunu ve en üst düzeyde eğitim almış birisi, olayları nesnel olarak değerlendirme yeteneği bakımından aynı seviyeye iner. Bu insanlarda, nesnel gerçeklerin yerini nefretlerini besleyecek yalanlar alır.
Muhakeme yok olunca, çok büyük yalanlar bile psikolojik kitle içindeki insanlar için mutlak gerçeğe dönüşür. Mutlak gerçeğe dönüşmüş yalanlar insanları yönlendirmeye, sürüklemeye başlar. İnsanlar öyle sürüklenirler ki, kendilerine yabancılaşırlar ama farkına bile varmazlar.
NEFRET DUYGUSU YOBAZLAŞTIRIYOR
Duygularının seline kapılmış insandan aydın olmaz. Olmasına olmaz da öyleleri var ki kendisini ‘aydın’ sanıyor. Ne yazık ki ne aydınlanmış ne de aydınlatıyor. Okuduğu tek şey gazete, o da tek yanlı. Dinlediği bir iki televizyon kanalı, onlar da yalancılarla dolu.
Bu insanlar, akşam televizyonlarda dinlediklerini sabah birbirlerine anlatıyorlar. Anlattıkça nefretleri tazeleniyor, nesnel düşünme yetenekleri daha da azalıyor. Kendi düşüncelerine ve bildiklerine iman etmiş, tam bir yobaza dönüşüyorlar.
Duygularına ve özellikle de nefretine esir düşmüş insanlar yobazlaşıyor. Yobazlık sadece dindar geçinenlerde olmuyor, kendi bildiklerini ve kanaatlerini sorgulamayan, onlarla ilgili şüphe duyup araştırmayan herkes yobaz. Böyle yobazlaşmış aydınlara ‘nefret aydını’ demek gerek.
Bu nefret aydınlarında, Erdoğan nefreti Türkiye nefretine dönüşmüş ama haberleri yok. Türkiye aleyhine sandığı her haberi her bilgiyi büyük bir memnuniyetle paylaşıyor. Böylece Erdoğan’a zarar verdiğini sanıyor. Oysa hem ülkeye hem kendisine zarar veriyor.
YABANCILAŞAN İNSANLAR TEHLİKE SAÇIYOR
İnsanların, sorgulamadan kabullendikleri yalanların kendilerine verdiği zararlardan kurtulması lâzım.
Edinilen yanlış bilgi, kişiyi kendi özüne yabancılaştırıyor. Yanlış bilgiler yanlış seçimlere yol açıyor. Yanlış seçimler sadece nefret yobazının kendi geleceğini değil, milletin de geleceğini riske sokuyor ama farkında değil ki…
En büyük yabancılaşma ve buna bağlı yanlış seçimler siyaset alanında görülüyor.
Öyleleri var ki, kendisini Atatürkçü sanıyor, milliyetçi sanıyor, Türkçü sanıyor ama Atatürk’ün ömrü boyunca Batılı emperyalistlerle mücadele ettiğini ve ölümüne kadar Batı ile yakın ilişki içine girmediğini dikkate almıyor. Erdoğan’a duyduğu nefret, onu emperyalistlerin şahini ve büyük bir Türk düşmanı olan Biden’ın yanına itiyor. Onunla birlikte AKP iktidarını yıkmaya çalışıyor.
Erdoğan nefreti bunların gözlerini öyle kör etmiş ki, vatanımıza ve milli birliğimize saldıran eli kanlı bir örgütün mecliste temsil edilmesi için çabalar gösteriyorlar hatta oy veriyorlar.
Bu durumun devam etmesini isteyenler de sürekli sürekli Erdoğan ve AKP nefretini pompalıyorlar.
DUYGULARIN YERİNİ AKIL ALMALI
Ancak nefretten arınan insan özgürce düşünebilir. Nefretinin esiri olmuş ve gaflet uykusuna dalmış insanları sarsarak uyandırmalıyız. Kuvvetli uyarıcılar olmadan bu gaflet uykusu son bulacak gibi görünmüyor.
Olayları nesnel gerçeklerden hareket ederek değerlendiren ve gerçeklere bu şekilde ulaşan vatanseverlere büyük görev düşüyor. Ortamdaki bilgi kirliliğini temizlemeye gayret etmek gerek. Bunu yaparken de nesnel gerçekler, gür bir sesle, çekinmeden ve korkusuzca her ortamda dile getirilmelidir.
Türk milletinin geleceği için, bu hastalıklı ‘psikolojik kitlenin’ bilinçli kitleye dönüşmesi lazım. Türkiye’nin duygularının esaretinde olmadığı için sağlıklı düşünebilen insanlara ihtiyacı var, nefret yobazlarına değil!

 

https://www.aydinlik.com.tr/haber/enks-ile-pkkpydnin-kongre-hazirliklari-basladi-516933

Bu haberi okuyunca göreceksiniz, PYD’nin Suriye yönetiminden istekleri DEM’in istededikleri ile aynı. Bu istekler Suriye yönetimince büyük ihtimalle kabul olacak ve Fırat’ın doğusundeki özerk yönetim anayasal olarak tescil edilecek.

Irak’ta zaten böyle bir özerk yönetim vardı, Suriye’de de yasal olarak var olacak ve sıra Türkiye’ye gelecek.

Türrkiye’de sokak hareketlerini provake edenlerin amacı, DEM’in isteklerine evet diyecek ve Güneydoğu’da özerk yönetimin oluşmasını kolaylaştıracak bir iktidarı oluşturmak. Türkiye’de de özerk yönetim oluşunca sıra bunları birleştirmeye gelecek. Bütün bunlar adım adım ve alıştıra alıştıra uygulanacak bir plan dahilinde yürüyecek.

Şimdi ‘hayır, olmaz böyle bir şey diyenler’ zamanla ‘olabilir, neden olmasın’ demeye başlayacak. Yolsuzluktan, hırsızlıktan, rüşvetten, terçr örgütüne yardım etmekten  dolayı tutuklanan birisini kahraman  ve Atatürkçü yapan toplum mühendisliği bunu da başarır.