30 Ağustos 2025 Cumartesi

 

4 EKİM 1922

30 Ağustos’un öneminin tam olarak anlaşılması ve Atatürk’ün gerçek anlamıyla anılması için onun 4 Ekim 1922 tarihinde, TBMM’nde milletvekillerini bilgilendirmek için yaptığı konuşmayı okumak ve değerlendirmek gerekir.

Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkar ve anlatır:

“Efendiler, kalbimde derin bir özlem doğuran ayrılıktan sonra tekrar sizlerin arasına katılmış olduğumdan dolayı mutluyum. Cenabı Hakka şükrederim ki, ordularımızın silahlarına emanet ettiğiniz aziz ve mübarek maksat, arzu ettiğiniz gibi mutlu sonuca ulaştı.  

En karanlık ve bahtsız günlerimizde Meclisimizin sarp ve yalçın bir kaya gibi azim ve imanı talihin bu parlak gelişimine erişmek için gereken imkânı daima saklı tuttu. Milli meselelerde şaşmaz bir aklıselimle daima doğruyu ve daima iyiyi bulan ve ayırabilen Meclisimizin bu neticelere ermekten dolayı duyduğu mutluluk kadar hak edilmiş ne hayal edilebilir?

Milletimizin kaderini doğrudan doğruya üstlenerek üzüntü yerine umut, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve değerli arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklal fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.

 “Memleketimizi çiğnemek üzere, memleketimize giren Yunan ordusunu harim-i ismetimizde boğacağız sözümde hata etmemiş olduğumu hadisat ispat etti zannederim. Hakikaten Yunan ordusu harim-i ismetimizde tamamen boğulmuştur arkadaşlar!

“Her safhasıyla düşünülmüş, ihzar, idare ve zaferle intaç edilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk zabitan ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin lâyemut abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur…”

"Efendiler! Taarruzumuz, öteden beri Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Paşa hazretlerinin pek derin ilme ve vukufa ve pek derin feyiz ve tecaribe müsteniden ihzar ettiği plân dâhilinde vuku bulacaktı. Bu plan düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını ihtiva eden bir plândı.."

 "Kemali hürmet ve tebcil ile zikretmek mecburiyetindeyim ki, doğrudan doğruya harekât-ı askeriye ile alâkadar ve bunu ihzar ve idareye memur olan her üç zat da benimle tamamen hemfikirdi. Zikretmek mecburiyetindeyim ki, aynı kuvvet ve kanaatle bana iştirak eden bu zevattan birisi muhterem Erkânı harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleridir. Diğeri Garp Cephesi kumandanı İsmet Paşa ve üçüncüsü de Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa Hazeratıdır. Ordu kumandanları paşalar hazeratı ile kolordu ve fırka kumandanları harekâtı büyük bir cesaret ve maharetle idare etmişler ve diğer bütün cüzütam kumandanları da şayanı gıpta ve siyayiş bir hissi fedakâri ile ifay-ı vazife eylemişlerdir"

 "Efendiler! Topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve fecirle beraber bütün dünyanın gözlerinin açıldığı zaman ateşe başladılar. Kemali takdirat ve hürmetle bunu zikretmek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu maharet ve vukuf, bütün dünya topçuları için misal olacak mahiyetteydi. Hayat-ı askeriyemde bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm. Topçularımız saat 4.30’da endahta başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta evvelâ ateş tanzim etmek için, endaht yapılır. Yarım saat zarfında bütün bu cephe üstünde endaht tanzim edilmiş ve saat beşte yani yarım saat sonra, bu saydığım nikat üzerine şiddetle tesir endahtına başlanmıştır"

"Ordumuzda zabitan ve kumandanların kendilerine verilen vazifeyi ifada gösterdiği tehalükü ve hissî namusu göstermek isterim. Ordumuzdaki zabitan ve kumanda heyeti âliyesi yekdiğerine karşı böyle bir muhabbetle, hürmetle, emniyet ve itimatla merbuttur ve mafevkten aldıkları emri bir namus telakki ederek ifa ederler"

 "Bütün bu muharebat olurken, süvarilerimiz tamamen düşman kıtaatının gerilerinde olmak üzere, hareket ediyordu. Meselâ: Olucak’ta ve Başkilise’de bazen piyade gibi, ateş muharebesi yaptı ve fakat ekseriya kılıcını çekti ve dörtnala düşman saşarı içerisine girdi. Efendiler! Süvarilerimizin burada göstermiş olduğu hamaset tasavvurun fevkindedir ve gayri kabil-i tasvirdir. Henüz muharebeye girmiş taze düşman fırkalarını görür görmez süvarilerimiz tahammül edemiyorlardı, bunları tevkif etmeye imkân yoktu ve derhal kılıcını çekiyor ve düşmanın içerisine dalıyorlardı. Ve hakikaten; bu kahramanlık sayesinde garba çekilmek isteyen düşman kıtaatı durmaya ve vaziyet almaya mecbur edildi ve o esnada bir taraftan piyadelerimiz ve topçularımız yetişti ve düşmanı tekrar muharebeye mecbur ettik"

"Topçularımızın, piyadelerimizin, süvarilerimizin, makineli tüfeklerimizin, tayyarecilerimizin ve her sınıf askerlerimizin gösterdikleri gayret ve kahramanlık her türlü takdiratın fevkindedir. Ve bahusus askerlerimizin Yunan ordusunun kalb ve vicdanına verdiği dehşet haiz-i ehemmiyettir. O havf-ü haşyet ve dehşet buradaki mahvü müzmahil olan kıtaattan başka bütün Yunan ordusuna sirayet etmiş bulunuyordu. Müteakip hareket bunun şahid-i katîsi olmuştur. Bu muharebenin neticesi Yunanların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Binaenaleyh; bu muharebeye Rum Sındığı Meydan Muharebesi demek çok muvafık olur. Bu suretle Afyon-Karahisar’dan izmir’e kadar dört yüz küsur kilometrelik mesafe, müteaddit meydan muharebeleri de dâhil olduğu halde ordularımız tarafından on beş günde katedilmiş ve milli ordunun bu müstesna kudret ve hareketi bilhassa şayan-ı tezkâr bulunmuştur"

 "25 Ağustos günü başta bulunan zevatla birbirimize dedik ki; Taarruz edeceğiz, bilâfâsıla takip edeceğiz ve düşmanı imha ederek, nihayet behemehal muvaffak olacağız. Bu kanaate sahip olmayanlar da vardı. Arkadaşlar bu kanaate sahip olmayanlar değil; ordumuzun yerinden kıpırdayamayacağı ve taarruz kabiliyetinden mahrum olduğu zehabına kapılan bazı kimseler de vardı, belki de bu zehap ve bu sözlerin telaffuz edilmiş olması düşmanlarımızı ümitlendirdi. Belki de isabet oldu. Fakat bugün tahakkuk eden neticenin tarihimize kuvvetle şeref bahşolmasına delâlet etmiş olduklarından dolayı, onlara da ayrıca teşekkür etmek lâzım gelir"

 "Efendiler! Bu Anadolu zaferi tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kâdir ve ne kadar muhyi bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır. Önümüze dikilen bütün mevanii birer, birer yıkıp aştıktan sonra bugün artık Misak-ı Milli’nin çizdiği hudutlar dâhilinde, mesut, müreffeh ve hür yaşamak için, her ne lâzımsa, bunların hepsini istihsâl edeceğiz. Düşman elleriyle viran olmuş ve milletimiz tarafından her köşesini kurtarmak için seve, seve can verilmiş ve çocuklarımızın kanıyla sulanmış olan yurdumuzun ufkunda artık sulhun tatlı güneşi gecikmeyecektir.

Efendiler! Milletimiz, tek bir adam gibi, gösterdiği sarsılmaz vahdet ve gayret sayesinde bu muvaffakiyeti ihraz etmiştir. Milletimizin sulh işlerinde de sulhtan sonraki işlerde de, aynı himmet ve gayreti ve vahdeti göstererek; bu zaferi itmam edeceğine şüphe yoktur. Bu zafer bize bir imkân bahşediyor. Biz bu imkânı memleketimizin, milletimizin münevver, mesut ve müreffeh istikbali için kullanacağız"

"30 Ağustosta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milletinin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür. Eğer ben, izahta izhar-ı acz edersem beni mazur görünüz"

"Efendiler! Sözlerime hitam vermeden evvel kemali iftiharla şunu arzedeyim: Bu hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından ibaret olan milletimiz bütün cihana karşı en yüksek mevki-i hürmeti ve mevkii izzeti kazanmıştır. Milletimiz bîperva iftihar edebilir. Bu en kuvvetli şeraitle hakkıdır ve böyle bir milletin âciz bir ferdi olmakla en büyük saadeti hissediyorum. Bu muharebe meydanlarında, emsalsiz kahramanlıklar ve şehamet göstermiş olan zâbitlerimizin, neferlerimizin ve kumandanlarımızın her biri ayrı, ayrı bir menkıbe, bir destan teşkil eden harekâtını kemali tebcille ve hürmetle ve takdirle yâdediyorum. Ve bu şehamet meydanlarında rahmeti rahmana kavuşan şühedamızın muazzez ervahına hep beraber fâtihalar ithaf edelim. Arkadaşlar! En son sözüm budur. fiehamet meydanında ölenlerin analarına babalarına taziyeler değil, fakat tebrikâtımızı îsal edelim"

 

 

BİR DEVRİN BATTIĞI ZAMAN VE YER: 30 AĞUSTOS VE DUMLUPINAR

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.

30 Ağustos 1922 Türk tarihinin en önemli günlerinden birisidir.

Cumhuriyet’e giden yolun kapısını bugün açtık.

 Başını İngilizlerin çektiği Batı’nın emperyalist güçlerini bugün mağlup ve perişan ettik.

 Mazlum milletlere emperyalist güçlerin de yenileceğini bugün gösterdik.

Bu zaferle 23 Nisan 1920’de Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz cumhuriyeti tüm dünyaya kabul ettirdik.

Bu zaferle, Türk milleti, şehit kanları ile vatan kıldığı bu topraklara egemen oldu ve özgür ve bağımsız yaşamaya başladı 

ATATÜR’ÜN ZAFERİ DEĞERLENDİRMESİ

30 Ağustos’un hemen sonrasında, TBMM Reisi ve TBMM Ordularının büyük kumandanı Mustafa Kemal Paşa bu büyük zaferi değerlendirir ve bilgilendirir.

 Atatürk, bu konuşması ile sadece milletvekillerini değil, ebede kadar yaşayacak olan Türk milletinin her ferdini bilgilendirir.

 “Her safhasıyla düşünülmüş, ihzar, idare ve zaferle intaç edilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk zabitan ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin lâyemut abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur…”

 "..Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhte ederek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu meserretle dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum"

 31 Ağustos sabahı harp sahasını gezerken gördüğü manzara karşısında düşman askerlerinin durumunu şöyle değerlendirir: "Allah’ın bunlara bunu mukadder etmiş olmasına göre, burada bu vaziyete girenler asker değildir. Bunlar herhalde caniler ve katillerdir" Yunanlılar çekilirken, her yeri yakmış, yıkmış ve âciz, müdafaasız ahaliyi, kadın ve çocukları öldürmüş, yakmıştır. Bu nedenle Atatürk, "Bu müthiş faciayı kemali lânet ve nefretle yâdetmek lazım gelir" demiştir.

 30 Ağustos, bize bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik kapılarını açan bir zaferdir. Bu zaferi “milli varlığı son bulduğu sanılan” büyük Türk Milleti, askeri ile, komutanı ile, kadını ile çocuğuyla birlikte kazanmıştır.

 Bugün bağımsızlık timsali bayrağımız gönderinde dalgalanıyorsa, padişahın kulu olmaktan çıkıp özgür vatandaşlar olduysak, egemenlik Osmanlı sülalesinden millete geçtiyse, Türk olmanın gururunu yaşayabiliyorsak bunu bu büyük zafere borçluyuz.

 Yıllarca süren savaşlardan yorgun ve bitkin bir halk; insanlar aç ve susuz, üstte yok, başta yok, her evde 3-5 şehit veya gidip de gelmeyen nişanlı, koca, baba. Bu yokluk ve perişanlık iççinde eksik olmayan hürriyet ve istiklâl arzusu. Peki Osmanlı ne yapıyor? Kendi ikbali peşinde. İngiliz’e teslim olmuş, sarayından çıkamıyor ki o saraylar Türk halkı açıktan hastalıktan, savaşlardan kırılırken ondan bundan borç alınarak yapılmış. Zafer gerçekleşince Türk halkı mutlu, mesut, padişah ve avenesi ise üzgün ve mahzun.

 Bu eseri yaratan başta Mustafa kemal Paşa olmak üzere gazilerimize, şehitlerimize şükranlar olsun. Onlar sayesinde Osmanlının bize bıraktığı işgal edilmiş vatan, yabancı güçlerden temizlenmiş ve bağımsız bir vatana dönüşmüştür.

 Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1924 yılında yapılan, 30 Ağustos’u anma toplantısında bu büyük zaferi kazanan Türk halkını şöyle anlatmış:

 "Burada, hâdise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, manalı, beliğ ve şümullü olsun. Söz burada fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var, hiçbir felâketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız muharebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyla köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada… Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor.

Bu toprakların içinde zerre zerre parıltılarla örtülü, bembeyaz genç dişleri arasından istiklâl şehitleri bir şey sayıklıyorlar: "Ey Türk milleti, senin için! Diyar diyar, iklim iklim, bütün o boğuşmalar, o mücahedeler ve bu ölüm, ey Türk milleti senin için, senin için"

 Afyon ovası ve Kocatepe Necmettin Halil Onan’ın dediği gibi bir devrin battığı yerdir. Bu devrin batması ile, Türkiye Cumhuriyeti “Yeni bir güneş gibi doğmuştur” ve Türk Ulusu hürriyet zevkini Cumhuriyet ile birlikte tatmaya başlamıştır.

Necmettin Halil Onan


Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

 

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,

Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,

İstiklal uğrunda, namus yolunda,

Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

 

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,

Mübarek kanını kattığı yerdir.

 

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,

Bir harbin sonunda, bütün milletin,

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.