22 Nisan 2025 Salı

 

ALGILARIN GÜCÜ

Gary Small’un “Bir Psikiyatristin Gizli Defteri” isimli bir kitabını bilmem okudunuz mu? Kitapta çok sıra dışı vakalar anlatılıyor. Bunlardan birisinde, Dr. Small’un hastası kendi elini oraya ait değilmiş gibi hissediyor. Elinden kurtulana kadar kendisini rahat hissetmeyeceğini düşünerek elini kestirmek istiyor.

Small, hastasına ‘dismorfofobi’ teşhisini koyuyor. Bu hastalar kendisini veya kendisinin bir parçasını, gayet normal olduğu halde, acayipmiş gibi algılıyor. Hastalar gerçeklere göre değil, bu algıya göre karar veriyor ve acayip buldukları parçalardan kurtulmaya çalışıyor. Dr. Small, gerçekten uzaklaşmış algısına teslim olmuş bu hastayı, hastanın rızası olmamasına rağmen, marangoz olan hastanın elini kesmesinden korkup acil olarak hastaneye yatırıyor ve tedaviye başlıyor.

Bu hikâyeyi okurken şunu düşündüm; kafalarda oluşmuş algılar gerçeğin yerine geçebiliyor ve insanlar bu algılara göre seçimlerini yapıyor ve kararlar veriyor. Freud’a göre de arzular ve bilinçaltı sürekli yanılgılar üretir ve insanlar da bu yanılgıları hakikat diye inanır. Gerçeklerin yerini algılar alır.

Uzun uzun düşünmek lazım; gerçek diye bildiklerimizin kaçı gerçektir acaba? Ya da hangileri medyanın ya da sosyal medyanın etkisi ve bizim bilinçaltımızın eseri olan algılardır. Ve biz bu algılar sonucu kendimize ve çevremize zarar veriyor muyuz? Kendi elimiz kendimiz kesiyor muyuz?

10 Nisan 2025 Perşembe

 

BÖYLE DOST DÜŞMAN BAŞINA

Trump, Netanyahu ile konuşurken Erdoğan’ı sözüm ona methetmiş. Söyledikleri de şunlar:

“Benim büyük bir dostum var, adı Erdoğan. Ben onu severim, o da beni sever. Hiçbir zaman aramızda bir sorun olmadı. Birçok şey yaşadık birlikte. Bibi, eğer Türkiye’yle bir sorunun varsa… Rahip Brunson olayını biliyorsun… Bunu çözebileceğime inanıyorum. Ama makul olmalısın. Erdoğan sert biridir, zeki biridir.” Bir yandan övüyor, diğer yandan Rahip Brunson’u hatırlatıp Erdoğan’a aba altından sopa gösteriyor.

Bunları okuyunca aklıma şu meşhur söz geldi: “Zehri altın tabakta sunarlar”.  Bir çarpıcı ifadede Almanlar’ın Edda isimli destanında var: “Eğer birine kötülük yapacaksan, yüzüne iyilikle bak, onunla dostça konuş.”

Trump’ın yaptığı da tam da bu, dostça konuşuyor ama kötülük yapmanın hazırlığını da sürdürüyor. Ziya Paşa’nın dediği gibi, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”. Biz de Amerika’nın yaptığı işlere bakalım, Trump dost mu düşman mı anlamaya çalışalım.

Romanya’dan Yunanistan’a, Dedeağaç’tan Girit’e, oradan Güney Kıbrıs’a askeri üslerini kurmuş, üsleri zırhlılarla, tanklarla, uçaklarla doldurmuş ve namlularını da Türkiye’ye çevirmiş uygun zamanı bekliyor; tıpkı, avcının Tüfeğini doldurup kuşu vurmak için beklediği gibi..

Yetmezmiş gibi, İsrail ile birlikte Kürdistan isimli bir kukla devleti kurmak için, Suriye’de darbe yapmış, İran ve Rusya’nın bu bölgedeki etkisini azaltmış, Türkiye’yi yalnızlaştırmış ve şartların olgunlaşmasını bekliyor.

Bununla da yetinmemiş, Türkiye’de kendisine daha az direnecek bir iktidar olsun diye uğraşıyor, ortalığı karıştırıyor.

Ne diyelim; böyle dost düşman başına…

6 Nisan 2025 Pazar

 

KUTUPLAŞTIRMA  KARGAŞA VE İKTİDAR DEĞİŞİMİ


Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeye egemen olmak isterse, ilk yaptığı şey mevcut iktidarı yıpratmak, ülkeyi seçime götürmek ve bu şekilde uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmak.
Bunun için, ülke içinde kaos yaratır, ekonomik saldırılarda bulunur, terör örgütlerinden faydalanır ve iktidarı yıpratır ve seçim ortamı yaratır. Bununla başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahaleler gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.


Yaşım uygun 1960 öncesini hatırlıyorum;  toplum DP’li ve CHP’li olarak ikiye bölünmüştü, ayrışma düşmanlıkları körüklüyordu.  Ankara, İstanbul ve birkaç ilde daha olaylar, kalkışmalar oldu; arkasında 1960 darbesi geldi.


1971 öncesi ülkede önce Amerikan karşıtı gösteriler başladı ve arkasından komünist, antikomünist çatışması çıktı ve peşinden 12 Mart'ta Amerikancı bir darbe oldu.


1974 Kıbrıs Harekâtı yapıldı, Amerika önce ambargo uyguladı ve arkasından sağ-sol çatışmalarını kışkırttı. Binlerce insanımız kaybettik. Bunu bahane eden Amerika’nın “Bizim çocuklar” dediği generaller 12 Eylül 1980 darbesini yaptı. Vatanseverler susturuldu. Küreselciler, Amerikancılar iktidar oldu.


2002 yılında, Türkiye’nin Irak politikasını beğenmeyen Amerika bu sefer ekonomik olarak saldırdı ve Türkiye’yi seçime gitmeye zorladı.  Seçim sonucunda, 2 Kasım 2002’de ABD'nin istediği iktidar başa geldi.


Aynı oyun tekrar oynanıyor.  ABD, bu iktidarın Amerika-İsrail politikalarına yeteri kadar hizmet etmediğini düşünerek  ülke içindeki, güçlerini devreye soktu.  Bahane de hazırdı;  Erdoğan, rakibini hapse attırmıştı, hukuk siyasetin emrine girmişti. Türkiye çok kötü yönetiliyordu.  Bu gerekçelerle halk sokağa çağrıldı, yetmedi boykotlar ilan edildi. Arkasından erken seçim çağrıları başladı.


Bu plana göre, iktidar erken seçim yapmaya mecbur kılınacak. Seçim sonucunda, ABD’nin istediği iktidar oluşacak; Amerika’nın plânı bu. 


Başarabilir mi? Erdoğan ve AKP iktidarı ekonomik, güvenlik ve dış politikalarını değiştirmezse, milli güçleri toplayıp yanına almazsa, bu planın başarı ihtimali çok yüksek.  

 

Bunun sonunda,  ‘Kürdistan’ isimli ikinci İsrail devletinin kurulur ve Sevr gerçek olur.