31 Aralık 2024 Salı

 

ÜÇ ÖZERK BÖLGE BİR KUKLA DEVLET

Amerika ve İsrail’in bizim güneydoğumuzu da içine alan, adı Kürdistan olan bir kukla devlet kurma planı var. Kurulmak istenen bu devlet bizim güneydoğumuzu, Irak ve Suriye’nin kuzeyini içine alacak ve İran’dan Akdeniz’e kadar uzanacak.

Plan böyle!  Amerika’nın acelesi yok; planı zamana yaymış, adım adım gerçekleştiriyor.

Gelişmelerden anladığımız kadarı ile plan şöyle: Öncelikle Türkiye, Irak ve Suriye’de yerel yönetimler oluşturulacak ve sonra bunlar bir şekilde birleştirilerek kukla devlet kurulacak.

Bu plan gereği, Irak’ın kuzeyinde, aşama aşama bir yerel yönetim oluşturuldu. Bu yönetim Türkiye’ye muhatap yapıldı.

Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda Amerika’nın desteği ile PKK’nın egemen olduğu bir bölge oluşturuldu. Bu bölgedeki PKK/YPG unsurları Amerika tarafından silahlandırıldı, eğitildi, maaşa bağlandı ve korundu. HTŞ’nin Suriye Arap Cumhuriyeti’ni yıkmasıyla birlikte PKK/YPG yönetimi siyasi güç kazandı.

SIRA TÜRKİYE’DE

Amerika, Türkiye’de bir yerel yönetim oluşturmak için Güneydoğu’da Türkiye Cumhuriyeti’nin otoritesini yok etmek istedi.  Bunun için önce sert yöntemlere başvurdu. Bölgeyi bizden koparmak için PKK’yı silahlı güç olarak ve terörü de metot olarak kullandı. 24 Temmuz 2015 tarihinde başlayan silahlı mücadele sonucunda PKK yurt içindeki etkisi sıfırlandı. Türk devleti bu bölgeye tam olarak egemen oldu.

Güneydoğu’da Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği silah yolu ile yok edemeyen Amerika, farklı bir stratejiyi uygulamaya başladı; sert metottan yumuşak metoda geçti. Uzun yıllardır kullandığı ‘yumuşak güçlerin’ çalışmalarını hızlandırdı ve yeni unsurları devreye soktu.

AMERİKA’NIN YUMUŞAK GÜÇLERİ

Amerika’nın kullandığı yumuşak güçleri sıralayalım:

Siyasi partiler: Yerel yönetim oluşturmak için ilk olarak AKP kullanıldı. Erdoğan çok farklı yerlerde BOP eş başkanı olduğunu ilan etti ve açılım süreci adı altında Güneydoğu’da PKK’nın egemen olmasına göz yumdu.  

Deniz Baykal’ın CHP genel Başkanlığı’ndan ayrılması ve gerekeli tasfiyelerin yapılmasından sonra CHP’de ABD’nin yumuşak gücü olarak çalışmaya başladı.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldırılacak”, “Daha demokratik anayasa”, “Anayasa’dan Türk kelimesinin çıkarılsın”, “demokratik özerklik”, “ana dilde eğitim”, “yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmalı”, ”100 yıllık Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması”, “Kürt sorunu mecliste çözülür” gibi CHP’li yetkililerin dile getirdiği ifadeler, yerel yönetime giden yola taş döşemekten ibarettir.

HDP/DEM’i ise yazmaya gerek yok. ABD’nin en aktif yumuşak gücü bu parti… Her söylemi her eylemi ABD’nin Türkiye’yi bölme planına hizmet ediyor.

MHP Genel Başkanı’nın Öcalan’ı TBMM’ne davet etmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin muhatabı yapması bu partinin de ABD’nin yumuşak gücüne dönüştüğünü gösteriyor.

Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı AKP’nin de MHP ile birlikte hareket etmesi, Amerika’ya karşı net tavır alamaması ve Suriye’deki gelişmelerde ABD ve İsrail ile birlikte hareket etmesi onun da tarafını net olarak ortaya koyuyor.

Amerika’nın Türkiye’deki yumuşak güçlerinden birisi de medya. Medya’nın büyük bir kısmı yıllardır Türkiye’ye her türlü kötülüğü yapan, PKK/YPG’yi silahlandıran, koruyan Amerika’yı bir yana bırakmış Rusya ve İran düşmanlığı yapıyor. Amaçları, bizi yalnız bırakmak ve Amerika’nın isteklerine ve planlarına karşı direnme gücümüzü azaltmak.

Amerika’nın yumuşak gücü haline gelmiş televizyonlar, gazeteler, özellikle Suriye’deki gelişmeler ve Bahçeli’nin yaptığı çıkıştan sonra, yaptıkları yayınlarla Türk kamuoyunu ‘yerel yönetim’ fikrine hazırlıyorlar.

Amerika’nın bir diğer yumuşak gücü de sivil toplum örgütleri (STÖ) ve bunlar adına konuşan sözüm ona aydınlar. Amerikan’ın Türkiye’den toprak koparma planlarında dernekler, cemiyetler, vakıflar, odalar, sendikalar yıllardır kullanılıyor. Son zamanlarda bunların etkinliklerini artırdığını görüyoruz.

Bir diğer yumuşak güç de sosyal medya. Binlerce ‘trol’ ve onlara kananlar ve uyanlar sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor.  Türkiye’yi bir kargaşa ortamına sokmak için, son zamanlarda Alevi-Sünni çatışmasını çıkartmaya çalışıyorlar. Türkiye’yi zayıf düşürerek Amerikan isteklerine karşı koyamayacak hale gelmesine çalışıyorlar.

 

UYGULANAN YÖNTEM

Amerika, Yunanistan’daki üslerini büyüttü ve yeni üsler kurdu. Güney Kıbrıs’a silah yığdı. İsrail ve Yunanistan donanmaları ile birlikte Türkiye’yi hedef alan tatbikatlar yaptı.

Amerika ve İsrail, Suriye’nin kuzeyinde teröristleri PKK/YPG olarak örgütledi, silahlandırdı, besledi, büyüttü.

Amerika’nın sert güçleri bunlar ama o kukla devlet hedefine ulaşmak için öncelikle yumuşak güçleri kullanıyor.

Yumuşak güçleri kullanırken ‘sakaldan kıl koparma’ yöntemini kullanıyor. Bir insanın sakalını bir günde yolmaya kalkarsanız, büyük tepki alırsınız ama her gün bir kıl koparırsanız, bir kıl için tepki almazsınız ve bir süre sonra adam sakalsız kalır.

Önce mahalli idarelerin yetkileri artırılır, eğitim yerel yönetimlere verilir, anadilde eğitim serbest hale getirilir, yerel yönetimlerin gelir kaynakları artırılır, mali özerklik verilir, bazı iller bir araya getirilerek güneydoğuda bir eyalet oluşturulur ve bu bölgeye yerel özerklik verilir. Daha sonra, Irak, Suriye ve Türkiye’deki yerel yönetimler bir federasyon altında birleştirilir ve devlete dönüştürülür.

Bütün bunlar yavaş yavaş, adım adım ve alıştıra alıştıra yapılmaya başlandı. Meclisteki partilerden hiçbirisi bu plana dur demek niyetinde ve kararlılığında değil ama ümitsiz değiliz; Türk milleti eninde sonunda bu oyunu bozacak ve vatan bütünlüğünü ve milli birliğini koruyacaktır.

 

 

26 Kasım 2024 Salı

 

DEVRİMLER KARŞI DEVRİMLER İSYANLAR

İngiliz Devrimi, Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi, Türk Devrimi, Çin DEvrimi; bunların hepsi savaşarak ve kan dökerek yapılmıştır. Milli bağımsızlık hareketleri de böyledir.

Atatürk kan dökerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Cumhuriyet kan dökülerek korundu ve kan dökülerek korunuyor. 

Sakarya Savaşı Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk edilemez.” Emirnamesi ile kazanıldı.

Bu emir o gün geçerliydi, bugün de geçerlidir.

Düzce, Bolu, Hendek, Adapazar, Yozgat Afyon, Afyon, Konya Ayaklanmaları Milli Mücadele sırasındaki isyanladır. Bunların hepsi silahla bastırılmıştır.

Şeyh Sait İsyanı, Şemdinli İsyanı, Hakkari isyanı, Ağrı isyanı, Dersim İsyanı Cumhuriyet dönemindeki ayaklanmalardan bazılıarıdır.

Aslında bunlar birer ‘egemenlik’ mücadeleridir. İsyanı başlatan ve sürdürenler belirli aşiretlerdir.

Kendi hakimiyet bölgelerinde Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin egemen olmasını istemeyen aşiret reisleri isyanları başlatmıştır. O topraklarda ya Cumhuriyet egemen olacaktı ya da aşiret reisleri; isyanların özü  budur. Yani arzu edilen şey Orta Çağ düzeninin devam etmesiydi.

Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da halk ev demeye bin şahit gereken kerpiç, yarı harabe evlerde yoksulluk içinde yarı tok yarı aç yaşıyordu. Üste yoktu, başta yoktu. Paçavralar onların kıyafetiydi.  Toprakları yoktu. Ağanın yanaşmalarıydı, marabalarıydı. Ağa için eker biçerlerdi. Az buçuk toprağı olanların ürettiklerinin bir kısmına ağalar el koyardı, bir kısmnını da kendileri götürür şeyh, seyid, şıh bildiklerine verirlerdi. Ağalar ve şeyhler ise zenginliğin sağladığı tüm imkanlardan ve refahtan faydalanırlardı.

Bu ağalar hiç ister mi Türkiye Cumhuriyeti o topraklarda egemen olsun? İstemedikleri için isyan ettiler.   

Bu ağaların arkasında ise emperyalist güçler vardı.

Seyit Rıza, Şeyh Sait ve diğerleri işte  bu nedenlerle Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk İnkılabı’na karşı isyan ettiler. Peşlerinden diğer aşiretleri de sürüklediler. Bu isyanların kan dökmeden, görüşerek bastırılmasına imkan yoktu. Bunu bilen Atatürk gereğini yaptı.

Tülay, ‘Suçlu olan hep karşı taraf mıdır’ diye soruyor.  Bu tarafta Cumhuriyet var, karşı tarafta ağalık düzeni var. Bu tarafta Türk devrimi var, karşı tarafta Orta Çağ var. Bu tarafta devrim var, karşı tarafta  devrim karşıtları var. Bu tarafta Tük milleti var, diğer tarafta empeyalist güçler ve onların uşakları var.

Ne yazık ki, Atatürk’ün başlattığı ‘Milli Demokratik Devrim’ yarım kaldı. Yarım kaldığı için ağalık düzeni , şeyhler, dervişler, mürittler, mensupların varlığı devam ettti. Ümmetten Türk milletine geçiş, etnik köken, mezhep ve inanış farklılııkları ön plana çıkarıldığı için yok olmadı. Gelir servet, refah , imkan ve fırsat eşitliği sağlanamadi. Ve Batı’nın ülkemiz üzerindeki emelleri son bulmadı.

Gene de bunların hiçbiri devlete karşı silahlı isyanı mazur gösteremez. Silahlı isyan silahla bastırılır.

29 Ağustos 2024 Perşembe

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.

30 Ağustos 1922 Türk tarihinin en önemli günlerinden birisidir.

Cumhuriyet’e giden yolun kapısını bugün açtık.

Başını İngilizlerin çektiği Batı’nın emperyalist güçlerini bugün mağlup ve perişan ettik.

Mazlum milletlere emperyalist güçlerin de yenileceğini bugün gösterdik.

Bu zaferle 23 Nisan 1920’de Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz cumhuriyeti tüm dünyaya Kabul ettirdik.

Bu zaferle, Türk milleti, şehit kanları ile vatan kıldığı bu topraklara egemen oldu ve özgür ve bağımsız yaşamaya başladı.

ATATÜR’ÜN ZAFERİ DEĞERLENDİRMESİ

30 Ağustos’un hemen sonrasında, TBMM Reisi ve TBMM Ordularının büyük kumandanı Mustafa Kemal Paşa bu büyük zaferi değerlendirir ve bilgilendirir.

Atatürk, bu konuşması ile sadece milletvekillerini değil, ebede kadar yaşayacak olan Türk milletinin her ferdini bilgilendirir.

Gazi Paşa kürsüdedir:

“Her safhasıyla düşünülmüş, ihzar, idare ve zaferle intaç edilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk zabitan ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin lâyemut abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”..."

"Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhde ederek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu meserretle dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum"

31 Ağustos sabahı harp sahasını gezerken gördüğü manzara karşısında düşman askerlerinin durumunu şöyle değerlendirir: "Allah’ın bunlara bunu mukadder etmiş olmasına göre, burada bu vaziyete girenler asker değildir. Bunlar herhalde caniler ve katillerdir" Yunanlılar çekilirken, her yeri yakmış, yıkmış ve âciz, müdafaasız ahaliyi, kadın ve çocukları öldürmüş, yakmıştır. BU nedenle Atatürk, "bu müthiş faciayı kemali lânet ve nefretle yâdetmek lazım gelir" demiştir.

 

"…topçularımızın, piyadelerimizin, süvarilerimizin, makineli tüfeklerimizin, tayyarecilerimizin ve her sınıf askerlerimizin gösterdikleri gayret ve kahramanlık her türlü takdiratın fevkindedir. Ve bahusus askerlerimizin yunan ordusunun kalb ve vicdanına verdiği dehşet haiz-i ehemmiyettir. O havf-ü haşyet ve dehşet buradaki mahvü müzmahil olan kıtaattan başka bütün Yunan ordusuna sirayet etmiş bulunuyordu. Müteakip hareket bunun şahid-i katîsi olmuştur. Bu muharebenin neticesi Yunanların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Binaenaleyh; bu muharebeye Rum Sındığı Meydan Muharebesi demek çok muvafık olur. Bu suretle Afyon-Karahisar’dan izmir’e kadar dört yüz küsur kilometrelik mesafe, müteaddit meydan muharebeleri de dâhil olduğu halde ordularımız tarafından on beş günde katedilmiş ve milli ordunun bu müstesna kudret ve hareketi bilhassa şayan-ı tezkâr bulunmuştur"

“Efendiler! Bu Anadolu zaferi tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kâdir ve ne kadar muhyi bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır. Önümüze dikilen bütün mevanii birer, birer yıkıp aştıktan sonra bugün artık Misak-ı Milli’nin çizdiği hudutlar dâhilinde, mesut, müreffeh ve hür yaşamak için, her ne lâzımsa, bunların hepsini istihsâl edeceğiz. Düşman elleriyle viran olmuş ve milletimiz tarafından her köşesini kurtarmak için seve, seve can verilmiş ve çocuklarımızın kanıyla sulanmış olan yurdumuzun ufkunda artık sulhun tatlı güneşi gecikmeyecektir. Arkadaşlar! Milletimiz, tek bir adam gibi, gösterdiği sarsılmaz vahdet ve gayret sayesinde bu muvaffakiyeti ihraz etmiştir. Milletimizin sulh işlerinde de sulhtan sonraki işlerde de, aynı himmet ve gayreti ve vahdeti göstererek; bu zaferi itmam edeceğine şüphe yoktur. Bu zafer bize bir imkân bahşediyor. Biz bu imkânı memleketimizin, milletimizin münevver, mesut ve müreffeh istikbali için kullanacağız"

"…kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve kabili istihsal menfaatleri yolunda kullanmakla mükellef olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki bir memleketi zapt ve işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine hâkim olmak için yeterli değildir. Bir milletin ruhu zabtolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Hâlbuki asırların mevlûdu olan bir ruhu milliye, kavi ve daimî bir iradei milliyeye hiçbir kuvvet mukavemet edemez…"

 

"Efendiler! Sözlerime hitam vermeden evvel kemali iftiharla şunu arzedeyim: Bu hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından ibaret olan milletimiz bütün cihana karşı en yüksek mevki-i hürmeti ve mevkii izzeti kazanmıştır. Milletimiz bîperva iftihar edebilir. Bu en kuvvetli şeraitle hakkıdır ve böyle bir milletin âciz bir ferdi olmakla en büyük saadeti hissediyorum. Bu muharebe meydanlarında, emsalsiz kahramanlıklar ve şehamet göstermiş olan zâbitlerimizin, neferlerimizin ve kumandanlarımızın her biri ayrı, ayrı bir menkıbe, bir destan teşkil eden harekâtını kemali tebcille ve hürmetle ve takdirle yâdediyorum. Ve bu şehamet meydanlarında rahmeti rahmana kavuşan şühedamızın muazzez ervahına hep beraber fâtihalar ithaf edelim. Arkadaşlar! En son sözüm budur. fiehamet meydanında ölenlerin analarına babalarına taziyeler değil, fakat tebrikâtımızı îsal edelim"

SÖZ HAMDULLAH SUPHİ’DE

Tarih 30 Ağustos 1924, yer Dumlupınar Büyük Zafer’in ilk anma toplantısı yapılıyor. Kürsüde Hamdullah Suphi var, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Afyonlular, köylü hanımlar, çiftçiler, erlerimiz ve subaylarımıza hitaben şöyle diyor:

"Burada, hâdise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, manalı, beliğ ve şümullü olsun Söz burada fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var, hiçbir felâketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız muharebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyla köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada… Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor"

"Bu toprakların içinde zerre zerre parıltılarla örtülü, bembeyaz genç dişleri arasından istiklâl şehidleri bir şey sayıklıyorlar: "Ey Türk milleti, senin için! Diyar diyar, iklim iklim, bütün o boğuşmalar, o mücahedeler ve bu ölüm, ey Türk milleti senin için, senin için"

EMPERYALİSTLERE KARŞI SAVAŞTIK

Bu savaş bir vatan savaşı idi. Türk milleti, bu savaşı sadece Yunanlılar karşı değil, yedi düvele yani emperyalist ülkelerin tümüne karşı verdi ve kazandı.

Türk milletini ve vatanını bölmek ve vatan topraklarımızın bir kısmında Kürdistan ve Ermenistan isimli kukla devletler kurmak isteyen, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler, Sevr Antlaşmasını bize zorla kabul ettirmek istediler ve bunun için Yunanlıları üzerimize saldırttılar.

Biz Dumlupınar'da sadece Yunanlıları değil tüm emperyalist devletleri yendik.

YENİDEN VATAN SAVAŞI

Vatanımızı bölmek için dün Yunanlıları kullanan emperyalist güçler, son yıllarda da PKK, PYD, FETO, DEAŞ, DHKP-C denilen terör örgütlerini kullanıyorlar. Sevr'i kabul etmemiz için Yunanlıları bize saldırtan güçler, şimdi de vatan topraklarımızda kukla bir devlet kurulmasını kabul ettirmek için bu kukla örgütler üzerinden aynı oyunu tezgahlamaya çalışıyorlar.

Dünkü savaşımız da vatan savaşı idi; bugün FETO’ya PKK'ya ve emperyalistlerin yerli işbirlikçilerine karşı yürüttüğümüz mücadele de bir vatan savaşıdır.

Dün, milletimizin büyük desteği ile vatan savaşını kazanan kahraman ordumuz, Yunanlıları nasıl denize döktü ise, bugün de PKK'yı da FETO’yu da belki denize değil ama tarihin çöplüğüne dökecektir.

Dün emperyalistlere karşı verdiğimiz vatan savaşını nasıl kazandıysak, bugünkü vatan savaşını da öyle kazanacağız.

Milletimize ve ordumuza güveniyoruz. Çünkü biliyoruz ki, hiçbir güç, Türk milletinin bağımsız ve özgür yaşama arzusu ve vatan sevgisi kadar kuvvetli değildir.

 

16 Ağustos 2024 Cuma

 


İNSANLIĞIN YOK OLDUĞU YER: GAZZE

‘İnsanlık dramı’, ‘vahşet’ gibi kelimeler Gazze’deki olayları isimlendirmede çok hafif kalıyor. Emperyalizmin en büyük terör örgütü olan İsrail, Filistin halkını öldürülerek, yakılarak, sürülerek yok etmeye çalışılıyor.

Batı Şeria yakılıyor, yıkılıyor; Filistin halkının kendi topraklarında, kendi evlerinde yaşama hakkı ellerinden alınıyor.

Gazze, atılan 70 bin ton bombanın sonucu olarak beton yığınına dönmüş durumda. Çoluk, çocuk, kadın demeden 40 binin üzerinde insan katledilmiş. Henüz daha ölmemiş olanlar ise evsiz, aşsız, ilaçsız çok kötü şartlar altında ve başlarına ne zaman bomba düşecek bilemeden yaşamaya çalışıyor.

 Azgınlaşmış katilleri insanlık sadece izliyor ve arada sırada ‘yapmayın’, ‘yazıktır’, ‘sizi kınıyoruz’ gibi sözler edip insan olmanın sorumluluğundan kurtulduğunu sanıyor. Kimilerinin de keyfi yerinde, müziklerle, oyunlarla, danslarla eğleniyor…

Gazete haberi:

“ABD, İsrail’e 21 milyar dolarlık yeni bir silah paketi daha gönderiyor. Batılı siyasetçiler ve medya ise siyonist rejimin Gazze’de yaptığı katliamı perdeleyip İran ve Hamas’ı hedef gösteriyor.”

Mahmut Abbas’ın TBMM’de yaptığı konuşmada söylediği şu sözler milletvekilleri tarafında uzunca süre alkışlanıyor:

“ABD veto hakkını kullandı tam 3 kez. Yani İsrail’in saldırılarına dünya dur derken ABD güvenlik konseyinden gelip veto hakkını kullanabiliyor. 14 ülke savaş dursun derken. ABD bir felakettir, felaket devam ediyor”.

“ABD bir felakettir, felaket devam ediyor” ifadesi bir tespittir.  Yukardaki gazete haberi ile birlikte değerlendirildiğinde, esas katilin Amerika olduğunun ilanıdır. Milletvekilleri alkışlarla bu tespiti kabullenmiştir. Yukarıdaki gazete haberi de bunun göstergesidir. Amerika’yı felaketlerin kaynağı haline dönüştüren de onun çok büyük sermayesidir.

Katil, ‘Kapitalizm’dir; kana ve paraya doymayan ‘Emperyalizm’dir.

Şimdi 104 yıl öncesine gidelim ve Ankara’da, Milli Mücadele yıllarında yayımlanan Hakimiyet-i Milliye gazetesini okuyalım¸ o zamandan bu zamana felaketin kaynağının değişmediğini görelim:

HÂKİMİYET-İ MİLLİYE (ANKARA) GAZETESİ’NİN BAŞMAKALESİ

20 Temmuz 1336/1920

EN BÜYÜK DÜŞMAN

“…en büyük düşman, düşmanların düşmanı; ne filan ne da falan milletler; bilâkis bu, âdete her tarafı kaplamış bir saltanat halinde, bütün dünyaya hâkim olan ‘Kapitalizm’ afeti: ve onun çocuğu ‘emperyalizm’dir…”

“…artık, bütün dünyanın anlamış olduğu bu hakikat, bizde de idrâk ediliyor. Bugünlerde başımıza musallat edilen Yunan, bütün düşman âleminin parçasından başka bir şey değildir; daha doğrusu, ‘Kapitalim Saltanatı’nın, ‘mazlum milletler’e karşı gönderebileceği son kuvvet, son ordudur. Nitekim bundan önce, üzerimize ordular saldırmış olan düşmanlar, yine böyle ‘Kapitalizm Saltanatı’nın ordularından başka bir şey değildi: Moskof orduları, İtalyan orduları, Bulgar ve Yunan orduları; kısaca bütün düşmanlarımız, ‘Kapitalizm’ tarafından ayaklandırıldı…”

“…tarihin eski devirlerinde, dünya bir takım zalim hükümdarların, istibdatları altında ezilirdi. Sonraları milletler, bu istibdatları yıktılar. Fakat bu defa onların yerini ‘para’nın, sermâye’nin zulmü geçti…”

“…’Sermaye’, bugüne kadar dünyada yapılmış bütün fenalıkların yegâne müsebbibi, yegâne mes’ûlü idi; bugün de odur; eğer dünyayı sür’atle istilâ eden, ‘Kapitalizm Aleyhtarlığı’ olmasaydı, bu zulüm yarın da devam edecekti. Çok şükür zulüm devrinin son günlerindeyiz. ‘Kapitalizm’ sadece falan veya filan milletin düşmanı değildir. Bilâkis bütün dünyanın bütün milletlerin müşterek düşmanıdır: milletleri birbirine düşüren, kuvvet o; kardeş kanlar döktüren fesatlar ondan; dünyayı kaplayan sefaletin müsebbibi; hülâseten bütün insaniyeti inleten zulmün yegâne zalimi odur…”

Bu zalimin, muvaffak olmak için, arada sırada müracaat ettiği muharebeler, yegâne kuvvetleri, yegâne silahları değildir. Bankalar, sendikalar, onun en kuvvetli silahlarıdır. Ve bütün milletleri, bu silahla mağlup eder. Memleketimize bakınız: reji’ler, düyun-u omomiyeler, kapitülasyonlar, şimendiferler, limanlar, gemiler, ticarethaneler… Bütün bu müesseseler, ‘Avrupa Kapitalizmi’nin, bizi mahvetmek için senelerden beri kullandığı, ibilisâne bir makinenin parçalarıdır…”

“…Sadece bizim memleketimizde değil, yeryüzünde bu makine devam ettikçe, sadece biz değil bütün dünya, zulüm altında ezilecek, sefâlet arşa çıkacak, insan felâketten felâkete yuvarlanacaktır. Bize bugün, hudut itibarıyla dünyanın en güzel, en hayale sığmaz sulh şartlarını verseler; ‘Kapitalizm dolabı’ memlekette, bugünkü şekilde kaldığı takdirde, mahvımız muhakkaktır…”

4 Ağustos 2024 Pazar

 

BATI EMPERYALİZMİ ORTADOĞU’DA SAVAŞ İSTİYOR

İsrail bugüne kadar çocuk, kadın, genç taşlı, hasta sağ demeden 40 bin Filistinliyi katletti. 2 milyondan fazla insanı evsiz, yuvasız, yiyeceksiz, ilaçsız bıraktı. Yaptıklarının tek bir adı var; o da soykırım.

İsrail’in yaptığı bu katliamı neden yaptığı, kimin adına yaptığı, arkasındaki güçlerin nihai hedefinin ne olduğu halkımıza tam olarak anlatılmadı. Bütün bu alçaklıkların sadece Netanyahu ve onun başında bulunduğu hükümetin bir icraatı olarak gösterildi. Halkımıza, Netanyahu iktidardan düşerse akan kan ve gözyaşı duracakmış gibi anlatıldı. Katliamların, vahşetin esas sorumluları kamuoyundan gizlendi.

 Olaylar dinler arası bir savaş gibi gösteriliyor. Oysa bu savaş Müslümanlarla Yahudiler arasında değil, mazlumlarla zalimler arasında cereyan ediyor. Hem de yüzyıllardır devam ediyor. Kimdir bu zalimler derseniz söyleyelim; Batı’nın sömürgeci güçleri ve vahşi kapitalizmin emperyalist para babaları. Mazlumlar ise, Ortadoğu coğrafyasına yayılmış, halklar, milletler…

Netanyahu kiralık katildir,  İsrail ordusu ise kiralık katiller sürüsüdür. Bunları kiralayan ve kullanalar ise başta Amerika olmak üzere emperyalist ülkeleri yönetenlerdir. Bu ülkeleri, sahnede görünenler değil, sahne gerisindeki o ülkenin en zengin %1’lik kesimi yönetir. Katliamı planlayan ve uygulayanlar da bunlardır.

TARİHE DÖNÜP BAKALIM

Sömürgeci güçlerin Batı Asya’ya (Ortadoğu) ilk saldırısı Haçlı Seferleri ile oldu. Dün sömürgeciler vardı, bugün de emperyalist güçler var. Saldırı ise o zamandan bu zaman devam edip gidiyor.

Osmanlı’nın Asya’nın batısına (Ortadoğu) egemen olması uzunca bir süre Batı’yı bu bölgeden uzak tuttu. Ne zaman ki Osmanlı zayıfladı, Batı’nın Ortadoğu merakı alevlendi, iştahı kabardı. Bu coğrafyada çok zengin petrol yataklarının bulunduğunun anlaşılması ile birlikte İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerin ilgisi daha da arttı. I. Cihan Savaşı’nın Ortadoğu’yu paylaşmak için yapıldığını söylemek yanlış olmaz.

Bu toprakları Osmanlı Devleti’ne ve Almanya’ya bırakmak istemeyen İtilaf devletleri savaşı başlattı. Savaş devam ederken, İngiltere ve Fransa arasında Sykes–Picot antlaşması imzalandı. Bu iki ülke kendi aralarında Ortadoğu’yu bölüşmeye karar verdi. Daha sonra İtalya’ya da bazı topraklar vadedildi.

Osmanlı Devleti ve Almanya bu savaşta yenildi. Ortadoğu’da İtilaf devletleri egemen oldu. Türkiye’ye Sevr dayatıldı ama Türk milleti, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verdiği milli mücadele ile Sevr Antlaşmasını yırttı ve Lozan’ı emperyalist güçlere kabul ettirdi. Artık Osmanlı yoktu, Türkiye Cumhuriyeti vardı.

II. Cihan harbi de bir bakıma Ortadoğu’yu paylaşma savaşıydı. Savaştan gene İngiltere Fransa, Amerika ve müttefikleri galip geldi. Ortadoğu’ya Amerika’da iyice yerleşti. Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak ve İran petrolleri büyük oranda Amerika’nın kontrolüne girdi.

İSRAİL NEDEN KURULDU?

Batı’nın emperyalist güçleri Ortadoğu’daki egemenliklerini perçinlemek için bu coğrafyada tamamen kendilerine ait olan  bir devlet kurmaları gerektiğini anladılar. İsrail bu amaç doğrultusunda kuruldu. Dünyanın birçok ülkesine yayılmış Yahudiler, Arz-ı Mevud hayali ile Filistin topraklarını işgale başladılar. Böylece Batı emperyalizminin vahşi güçleri Ortadoğu’da bir köprübaşı oluşturmuş oldu. İsrail’e göç eden Yahudilerin büyük kısmı emperyalizmin paralı askeri haline geldi.

Bu Yahudiler, İsrail’in kurulduğu günden bu yana, bilerek veya bilmeyerek kapitalist ülkelerdeki %1’lik kesimin emellerine hizmet ediyor. İsrail de Amerika ve diğer emperyalist ülkelerin Ortadoğu’ya müdahale etmek için kullandığı bir üs olmaya devam ediyor.

Yani İsrail, 1948 yılında, Yahudilerin bir yurdu olsun veya bir toprağı olsun diye kurulmadı. Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin %1’lik kesimin bütün Ortadoğu coğrafyasını ele geçirmesini ve bölgedeki bütün petrol ve doğal gaz rezervlerine hâkim olmasını ve bu hâkimiyeti sürdürmesini sağlamak için kuruldu. Siyonizmin ana amacı da budur. Zengin Siyonistler de zaten İsrail’de yaşamazlar.

BATI ASYA’DA AMERİKAN EGEMENLİĞİ

Zamanla Batı Asya’da (Ortadoğu) Amerika egemenliği arttı. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn petrollerini büyük oranda Amerikan şirketleri çıkarmaya ve pazarlamaya başladı. Hem Amerikalı petrolcüler para kazandı hem de bölgedeki krallar, prensler, şeyhler zenginledi. Halkı hiç sormayın; onlara da sus payı verildi.

Bu düzene karşı gelen Irak’ta Saddam Hüseyin’in ve Libya’da Kaddafi’nin yönetimine son verildi ve ikisi de katledildi.

Geçmişte İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar Ortadoğu’ya şekil vermeye çalışmışlar;  sınırlarını ve yöneticilerini kendilerinin belirlediği devletler kurmuşlardı. Amerika bunun benzerini 2004 yılında uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi ile (daha sonra proje genişletildi ve ismi “Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika” olarak değiştirildi) yapmaya çalıştı. Bugünkü olayları da bu proje kapsamında değerlendirmek gerekir.

Bu proje ile 22 ülkenin sınırlarının ve yöneticilerinin değişmesi planlanmıştı. Sınırları değişecek ülkeler arasında Türkiye’de vardı. Kürdistan adı altında ikinci İsrail devleti kurulmak isteniyordu. Bu devlet, İran’dan başlayıp bizim güneydoğumuzu, Irak ve Suriye’nin kuzeyini içine alarak Akdeniz’e kadar uzanacaktı.

Amerika, Türkiye’de bu devlete evet diyecek bir yönetimin başa geçmesi için 15/16 Temmuz gecesi FETÖ aracılığı ile bir darbe yapmaya kalktı ama o gece Amerika yenildi ve Amerika’nın askerleri hapislere atıldı.

Bu darbe kalkışmasına Türkiye Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları ile cevap verdi. Bu harekâtlarla ikinci İsrail devletinin kurulmasına izin verilmedi.

İkinci İsrail devleti kurulmuş olsaydı, Amerika’nın bu bölgede kullanacağı iki devleti olacaktı. Her türlü kötülüğü bunlara yaptıracaktı. Yahudiler ve Kürtler Amerika için öldürecek ve öleceklerdi.

Şunu da göz önünde tutalım, Amerika ikinci İsrail projesinden vazgeçmiş değil. Onun için PKK/YPG’ye tırlar dolusu silahlar veriyor, teröristleri eğitiyor, maddi olarak destekliyor. Türkiye’ye yönelik terör eylemleri yaptırıyor.  Ayrıca, Türkiye’de kendisine evet diyecek bir iktidarı oluşturmak için bazı partilere şu ya da bu şekilde destek veriyor, mevcut iktidarı yıpratmaya çalışıyor.

Amerika’nın emperyalist güçleri Ortadoğu için hazırladıkları planlardan vaz geçmiş değil. İsrail’in Filistin’i işgal etmesini, Filistinlilere soykırım uygulamasını hep bu Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika projesinin gereği olarak düşünmek lazım.  Yani proje halen yürürlükte…

BATI ASYA’DA AMERİKA’NIN ETKİSİ AZALIYOR

Yukarıda anlattıklarıma ek olarak, Ortadoğu’daki Amerika’nın aleyhine olan bazı gelişmeler onun bölgeye müdahale etmesini kendi açısında gerekli kıldı. Bunlardan bazılarını sıralayalım.

Türkiye ve Suriye yakınlaşmaya başladı. Rusya’nın da desteği ile bu iki ülke askeri işbirliğine gidecek zemin oluşturmaya başladı. Amerika, bu işbirliğinin Suriye’nin kuzeyindeki varlığını tehdit edeceğini anladı.

Irak, Amerikan askerlerinin ülkeyi terk etmesini istedi.

İran, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de ve Lübnan’da daha etkili bir duruma geldi.

Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılması ile Batı Kafkaslarda güç kaybetti.

Husiler Yemen’de güç kazanmaya başladı.

Hizbullah Lübnan’a iyice yerleşti ve İsrail için önemli bir tehdit kaynağı oldu.

Suudi Arabistan ve Amerika arsasındaki Petrol satışlarının ABD doları üzerinden fiyatlandırılmasına dair anlaşmanın süresi doldu ve Suudi Arabistan bu anlaşmayı yenilemedi. Çin’in arabuluculuğu ile Suudi Arabistan ve İran yakınlaştı. Suudi Arabistan Şanghay İşbirliği Örgütüne üye oldu. Suudi Arabistan ve Çin merkez bankaları ile 50 milyar değerinde ikili takas anlaşması yaptı.

Batı’nın Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri üzerindeki etkisi giderek azalmaya başladı.

AMERİKA ÇÖZÜMÜ SİLAHLA ARIYOR

Amerika, Batı Asya’daki egemenliğini giderek yitirmekte olduğunu ve bölgede Çin ve Rusya’nın geçmişe göre daha fazla söz sahibi olmaya başladığını gördü. Bu gidişatı siyasi, ekonomik baskılarla, iktidar değişiklikleriyle, durduramayacağını anladı ve askeri seçeneği devreye soktu.

İsrail’in Filistin’e saldırmasının esas olarak örgütleyen Amerika ve Batı’nın diğer kapitalist ülkeleridir. İran’ı savaşa zorlaması ve suikastlardan sonra Doğu Akdeniz’deki ve bölgedeki askeri gücünü artırmaya başlaması kanlı bir senaryoyu devreye sokacağının işaretleridir.

Önümüzdeki günlerde çok daha kanlı olaylar olabilir. Amerika bunun hazırlığı içindedir. Bunu önlemenin yolu, bölge ülkelerinin Çin ve Rusya ile birlikte güçlü bir ittifak oluşturmasıdır. Askeri, ekonomik,, siyasi birliktelik Amerika ve müttefiklerini çılgınca hareketler yapmasını önleyebilir. Caydırıcılık olmazsa, savaşlar kaçınılmaz hale gelecektir. Umarız bölge ülkeleri durumun ciddiyeti anlar ve aklıselim ile hareket ederler.

Kan ve gözyaşı dökülmesinin Batılı canavarlara göre hiçbir önemi yok. Onlar için “Bir damla petrol, bir damla kandan çok daha değerli”.

 

23 Haziran 2024 Pazar

 

DEVLETİ KİM YÖNETİYOR KİMİN İÇİN YÖNETİYOR

Türkiye’de 1980 yılından bu yana “Serbest Piyasa Ekonomisi” uygulanıyor. Son zamanlarda, bu ekonominin karanlık yanları gün ışığına çıkmaya başladı.

Giderek büyüyen servet, gelir ve fırsat eşitsizliği sosyal dokumuzu bozmaya devam ediyor. Zenginler giderek daha zenginleşirken, geri kalanlar yoksulluğun zorluklarını yaşıyor. Toplumda iktidara ve devlete olan güven azalıyor.

Türkiye’nin şu andaki durumunu basitçe şöyle anlatmak mümkün: Zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksullar sayıca artmakta ve giderek daha da yoksullaşmakta ve orta sınıfın içi boşalmaktadır. Orta sınıfın gelirleri ya azalmakta ya da aynı seviyede kalmakta ve zenginlerle aradaki uçurum giderek artmaktadır.

Son gelişmeler gösterdi ki ekonomik kararlar üsttekilerin lehine, alttakilerin aleyhine alınmakta. Ekonomik yük çalışana, emekçiye ve emekliğe yüklenmekte. Sermayenin milli gelirden aldığı pay artmakta, emekçinin ve emeklinin aldığı pay ise azalmakta.

Vergilerde yapılacak değişikliklerin de bu gidişi hızlandıracağı anlaşılıyor.

Akla şu soru gelmektedir: Ekonomik kararları kim alıyor? Erdoğan ve Kabinesi kendi sonlarını hazırlayan bu kararlara nasıl imza atıyor. Devleti kim yönetiyor?

Daha açık soralım: Güç kimde, siyasilerde mi, büyük zenginlerde mi?

Bu gidişin sonunda AKP’nin ANAP gibi olacağını söylemek büyük bir kehanet değil. 31 Mart bunun habercisiydi ama görünen o ki, durum iktidar çevrelerince tam anlaşılmadı.

16 Mart 2024 Cumartesi

RAMAZAN AYI BİRLİK AYI:  “AYNI VARDAN VAR OLMUŞUZ”

Her türlü zulüm, katliam, sömürü bütün gücüyle ve hızıyla devam ediyor.

Yeni de değil! Bu kötülükler insanoğlunun ben sen ayırımı yapıp, bu senin değil, benim dediği gün başladı. Malik olma arzusu ve egemen olma hırsı devam ettiği müddetçe de devam edip gidecek.

Bütün kötülüklerin kaynağı olan,  arzu ve istek yüklü bu nefis yok edilmedikçe ya da dizginlenmedikçe insanlık çok daha büyük felaketler yaşayacak.

Kapitalizmin ve onun yarattığı emperyalizm işte bu nefisin eseridir.  

İslamiyet’in özünde nefsin kontrolü vardır. Nefis yok olursa, sen ben olmaz, biz olur, birlik olur.

Ramazan ayı nefsin isteklerine dur deme ayı olmalı diyoruz ama bu kutsal ay da özel çıkarcılığa teslim olmuş durumda. Gösterişli iftar sofraları, yoksulun acısını dindirmeyen, tam tersi artıran sadakalar bu ayın özelliği hiç değil…

Toplum, o gösterişli iftar sofralarında sadaka verenlerle sadaka alanlar arasında bir kez daha iki sınıfa ayrılmış durumda.

Vahşi kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda insanların büyük çoğunluğu nefsinin esiri olmuştur.  Birlik yoktur, senlik-benlik vardır.

İslamiyet, Allah’tan başkasına kulluğu reddeder; bir olmayı, eşitliği, kardeşliği esas alır. Birliği beraberliği bozan,  kötülüklerin anası olarak kabul edilen nefsin terbiye edilmesini ister.

Ramazan ayı nefsimizi terbiye ettiğimiz aydır, daha doğrusu öyle olmalıdır. Nefsin istekleri bencilliktir, menfaatperestliktir, bireyciliktir. Nefsini terbiye edenlerde sen ben olmaz; biz olur.

Bizim bu gerçekleri haykıran ozanlarımız var; Yunus Emre’miz var:

“Adımız miskindir bizim düşmanımız kindir bizim

Biz kimseye kin tutmazız kamu âlem birdir bize”

**

“Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan

 Halka müderris ise hakîkatde âsıdur.”

**

“Niderüz biz hayat suyun, canı yağmaya verdik

Cevherleri sarraflara, madeni yağmaya verdik

 

Benim ol bezirgan kim, hiçbir assı gözetmedim

Çünki assıdan da geçtik, ziyanı yağmaya verdik

 

Bu yolun arifleri geçirmezler her metaı

Biz şöyle uryan gideriz, cihanı yağmaya verdik

 

Küfür ile iman dahi, hicap imiş bu yolda

Safalaştık küfürle, imanı yağmaya verdik

 

Senlik benlik olucağız, iş ikilikte kalır

Çıktık ikilik evinden, sen beni yağmaya verdik

 

Bu bizim pazarımızda, yokluk olur müşteri

Geçtik bitmez sağınçtan, zamanı yağmaya verdik

 

Payanlı devr ü zaman, nice anlasın Yunus'u

Payansız devre erdik, devranı yağmaya verdik”

**

Bizim Şah Hataî’miz var:

“Bunda kibr ü kin olmaz

Hem sen olup hem ben olmaz

Âdem öldürsen kan olmaz

Nefis öldürsen kan olur”

**

Bizim Aşık Veysel’imiz var:         

Ne var ise sende bende

Aynı varlık her bedende

Yarın mezara girende

Sen toksun da ben aç mıyım?

 

Kimi molla kimi derviş

Allah bize neler vermiş?

Kimi arı, çiçek dermiş

Sen balsın da ben çec miyim?

 

Topraktandır cümle beden

Nefsini öldür ölmeden

Böyle emretmiş Yaradan

Sen kalemsin, ben uç muyum?

 

Tabiata Veysel âşık

Topraktan olduk, kardaşık

Aynı yolcuyuz, yoldaşık

Sen yolcusun, ben baç mıyım?

**

Bizim Edip Cansever’imiz var:

“Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele”

Karanfillerin elden ele dolaştığı günlerin gelmesi dileklerimle birlikte Ramazan Ayı’nın kutlu olmasını diliyorum.