27 Şubat 2025 Perşembe

 ÖCALAN’IN DEĞİL AMERİKA’NIN ÇAĞRISI

Öcalan’ın çağrısı aslında Amerika’nın Türkiye’ye bir dayatmasıdır. PKK’yı kuran, silahlandıran, yöneten esas olarak Amerika’dır. Öcalan’ın PKK üzerinde herhangi bir otoritesi yoktur. Amerika’ Türkiye’den ne istediğini Öcalan’ın ağzında dile getiriyor.
Bu onun bir yöntemidir; daha önce de nasıl bir Türkiye arzu ettiğini Graham Fuller isimli CIA ajanı aracılığıyla duyurmuştu. Aslında bu duyurular Amerika’nın bize dayatmalarıdır. Ne diyor Fuller okuyalım:
“…Türkiye nüfusunun iç yapısı geçmişte, genel olarak açıkça kabul edilmeyen bir şekilde, çok ‘etnik’ görünüyor: Türkiye ‘çok’ etnik unsurlu, çok ‘dinli’ bir toplumun sorunlarını nasıl halledeceğini sorusuyla uğraşıyor.”
“…evet! Türkiye çok ‘etnik’ bir ülkedir ve bu gerçeği kabul etmelidir; bu gerçeğin kabulü daha gürbüz, çekici ve başarılı ‘yeni’ bir Türk devletinin başlangıcı olabilir…”
“…Türkiye, Kürt sorununu ve siyasette İslâm sorununu ‘demokratik yollardan’ çözmelidir.”
“…PKK’nın çökertilmesi, Kürt sorununun bitmesi anlamına gelmiyor, Kürt sorunu, temelde, Kürt kimliğinin tanınması, ifade edilmesi talebedir.”
Amerika, PKK’ya iki görev yüklemişti: Birinci ve esas görevi, Kürt kimliğini Türkiye kamuoyuna ve devlet yetkililerine kabul ettirmek.
İkincisi, silah kullanarak ve terör yaratarak Türkiye’nin Güneydoğu’sunda Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğine son vermek ve Batı emperyalizminin 1900’li yıllardan beri kurmak istediği kukla devlet Kürdistan’a toprak sağlamak.
Amerika, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türk Emniyet Teşkilatı’nın özellikle 2014 yılı, temmuz ayından itibaren yürüttüğü silahlı mücadele sonunda PKK’nın ikinci görevini yerine getiremeyeceğini anladı, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’ne bu çağrıyı yaptı.
PKK kendisine verilen esas görevi ise başarı ile tamamladı, Öcalan’ın çağrısı bu başarının sonucudur.
Bu çağrıyı Süleyman Sıtkı Önder’in şu açıklamasıyla birlikte değerlendirmek lazım: “Pratikte PKK’nın silahları bırakması, kendini feshi, hukuki boyutların tanınmasını gerektirir.”
Hukuki boyutların tanınmasından amaç, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek milletli milli devlet olma özelliğinden vazgeçmesidir.
Binali Yıldırım’ın çağrının hemen arkasında Anayasadaki vatandaşlık tarifinin değişmesi gerekir demesi durumun vahametini gösteriyor. Graham Fuller’in yani Amerika’nın isteği de tam da budur.
Türkiye’yi bölme projesinin gerçekleşmesi için önce Türk milletinin Türk-Kürt diye bölünmesi gerekiyordu. Geldiğimiz noktada bunun gerçekleşmek üzere olduğunu görüyoruz. İki milletli devletin sonu önce özerk yönetimler, arkasından iki devlete ayrılmadır.
Güneydoğumuzun bizden koparılmasına Türk milletinin izin vermeyeceğini bildikleri için, “sakaldan kıl koparma taktiği” uyguluyorlar. Bir insanın sakalını bir günde yolmaya kalkarsanız, büyük tepki alırsınız ama her gün bir kıl koparırsanız, bir kıl için tepki almazsınız; bir süre sonra adam sakalsız kalır.
İlk olarak Anayasa değiştirilir, mahalli idarelerin yetkileri artırılır, eğitim yerel yönetimlere verilir, anadilde eğitim serbest hale getirilir, yerel yönetimlerin gelir kaynakları artırılır, mali özerklik verilir, bazı iller bir araya getirilerek güneydoğuda bir eyalet oluşturulur ve bu bölgeye yerel özerklik verilir. Daha sonra, Irak, Suriye ve Türkiye’deki yerel yönetimler bir federasyon altında birleştirilir ve devlete dönüştürülür.
Irak’ta ve Suriye’de fiilen iki özerk yönetim oluşmuş durumdadır. Bu iki özerk bölgeye Güneydoğu Anadolu’da kurulması düşünülen özerk yönetim katılırsa Sevr hortlamış olur.
10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr Anlaşmasının 62, 63 ve 64. maddelerinde, bu istek, daha açık şekilde ortaya konulmuştur. Sevr antlaşmasına göre Fırat’ın doğusunda İtilaf devletlerinin kontrolünde mahalli muhtariyet oluşturulacak; bir yıl sonra ise Kürt ahali eğer isterse ve Cemiyeti Akvam da onaylarsa Türkiye bu bölgede hiçbir hak iddia etmeyecekti. Yani Fırat’ın doğusu Türkiye’den koparılıp alınacaktı. Böylece kukla Kürdistan kurulacaktı.
Bu çağrıdan anlaşılıyor ki, amaçlarına silahlı güçleri kullanarak ulaşamayan Batı emperyalizmi bu çağrı ile yeni bir aşamayı başlattı. Sert güç olarak kullandığı PKK’yı feshetmiş gibi gösterecek ve yumuşak güçlerin faaliyetlerini hızlandıracak ve sonuca yumuşak güçler aracılığı ile gidecek.
Kimdir bu yumuşak güçler derseniz sıralayalım: Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, gazeteler, televizyonlar, akademisyenler, sosyal medya grupları ve troller.
Emperyalist güçler, bunları kullanarak ve sakaldan kıl koparma taktiği uygulayarak Türkiye’yi bölecekler, tabii güçleri yeterse.
Sert güç ile başaramadıklarını yumuşak güçle de başaramayacaklar. Biz Türk milletine güveniyoruz. Onun milli güçleri birleşecek ve Sevr’e doğru giden süreci siyaseten durduracaktır.
Gafillere ve hainlere Atatürk’ün şu sözlerini hatırlatalım:
Atatürk bir coğrafya kitabında şunları yazmış:
“Türkiye bugün yalnız Türklerin yerleşmiş olduğu araziden mürekkeptir. Türk olmayanlar, Türklüğe yabancı olanlar vatan haricinde kalmış veya çıkarılmış bu suretle milli birlik temin edilmiştir. Fakat birçok Türk vatandaşımız Lozan müdahalesiyle çizilen yeni hudutlarımız haricinde kalmıştır. Türkiye’de ekalliyet teşkil eden unsurlar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerden ibarettir.”
Ve bir konuşmasında da şöyle diyor:
“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri, propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar birkaç düşman aleti, mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde elemden başka bir tesir hasıl etmemiştir.”
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı; hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
Ve son söz:
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."
Eyup S. Karakaş

13 Şubat 2025 Perşembe

 Nazmi haklı, Amasya Türk tarihinde önemli bir yere sahip. Osmanlı padişahlarının birçoğu burada yaşamış ve görev yapmış. Amasya, bunun için "şehzadeler şehri" olarak biliniyor. Bu şehzadeler arasında Çelebi Mehmet, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıd da var. I. Beyazıt'ın Timur'a yenilmesi sonrası başlayan fetret devrinde, Çelebi Mehmet Amasya'ya yerleşir ve mücadelesini buradan yürüterek, birliği sağlar ve padişah olur.

Atatürk Amasya'ya gelmeden önce 25 Mayıs 1919'da Havza'ya gelir. Burada büyük bir miting düzenler. 28 Mayıs'ta bir genelge yayınlar. Bu genelge ile milli şuur uyandırılarak halkın işgallere karşı direnmesi ve dağınık askeri birliklerin toparlanması amaçlanmıştır.

Atatürk Amasya'ya 5 kere gelir. Amasya Tamimi ilk gelişinde yayınlanır. 12 Haziran'da Amasya'ya gelen Atatürk, 21 Haziran'da Saraydüzü Kışlası'nda  kumandanları toplar ve bu tarihte görüşmeler başlar. 22 Haziran sabahına kadar görüşmeler devam eder ve sonuçta Amasya Tamimi hazırlanır ve yayınlanır.

Toplantıya Mustafa Kemal Paşa’den başka Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay, Refet Bey ve bazı daha düşük rütbeli subaylar katılmış. Kazım Karabekir Paşa Cafer Tayyar Bey, Mersinli Cemal Paşa da toplantıya telgraf başında katılmışlar. 

A couple of men standing in front of a building

AI-generated content may be incorrect.

Saraydüzü Kışlası

Amasya Tamimi'nin ilk maddesinin başlangıcı şöyle:

"1- Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet merkezi İtilaf Devletleri'nin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok durumuna düşürüyor.

"Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." Milletin durumunu ve davranışını göz önünde bulundurarak haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir milli heyetin varlığı gerekmektedir. Bunun için her taraftan vuku bulan teklif ve milli istek üzerine Anadolu'nun en güvenilir yeri olan Sivas'ta milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır.

Mustafa Kemal Paşa, Amasya'da çok kalmaz, Sivas üzerinden Erzurum'a gider ve Erzurum kongresini toplar.

Amasya Tamimi anısına Yavuz Sultan Selim meydanında, 1981 yılında Prof. Dr. Tankut Öktem tarafından  Atatürk Anıtı yapılmış. Heykelde Atatürkten başka diğer paşalar, askerler ve amasya halkını temsil eden kişiler var. 

A statue of a person on a horse with many flags

AI-generated content may be incorrect.

Amasya Tamimi Heykeli 

 

A statue of people with flags

AI-generated content may be incorrect.

Amasya Tamimi Heykeli

 

Osmanlı döneminden kalan çok sayıda eser var. Bunlardan gördüklerimizi anlatalım:

GÜMÜŞLÜ CAMİİ

Caminin ilk yapım tarihi 1326, yaptıranı Taceddin Mahmud Çelebi’dir. Cami 1688 yılında bir kez daha onarımdan geçirilmiştir. Camiye bugün kullanılan adı bu onarımı gerçekleştiren Gümüşlüzade İbrahim Bey isminden geliyor, Onarımdan bu yana camiye Gümüşlü Camii deniyor.

 

image.jpeg

Gümüşlü Camii

MEHMET PAŞA CAMİİ

Mehmet Paşa Cami; 1486 yılında II.Bayezid'in oğlu Şehzade Ahmet’in Lala’sı Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.

A building with arches and trees

AI-generated content may be incorrect.

Mehmet Paşa Camii

HATUNİYE CAMİİ

II. Bayezid’in eşi Bülbül Hatun tarafından 1510 senesinde yaptırılan külliyenin içerisinde yer alır. Fotoğrafta Yeşilırmak'ın karşı kıyısında cami ve yanındaki hamam görülüyor.

A river with a flag on it

AI-generated content may be incorrect.

Hatuniye camii ve yanında Yıldız hamamı

II. BÂYEZİD KÜLLİYESİ

1485-1486 yılları arasında Osmanlı Sultanı II. Bâyezid’in talimatıyla Amasya Sancak Beyi Şehzade Ahmed tarafından yaptırılmıştır. Külliye ilk inşa edildiğinde; imaret olarak bilinen yapı, mut’ime-hâne (yemekhane), matbah (mutfak), kiler, fırın ve ahır olmak üzere beş ayrı bölümden oluşmakta iken; günümüze cami, medrese ve imaret kısımları ulaşmıştır.

A building with many arches and columns

AI-generated content may be incorrect.

Bayezid Camii

A building with a tower and a lawn

AI-generated content may be incorrect.

Beyazıd Camii ve Tarihi Çınar

AMASYA SAAT KULESİ VE HELKIS KÖPRÜSÜ


Amasya’nın merkezinde, Yeşilırmak'ın üzerinde yer alan Helkıs Köprüsü’nün yanında inşa edilen Amasya Saat Kulesi, 1865 senesinde şehrin yöneticisi olan Şair Ziya Paşa'nın emriyle yapılmıştır. 

Saat Kulesi.JPG

Helkıs Köprüsü ve Saat Kulesi



AMASYA (1)

Sabuncuoğlu’ndan bahsedince Amasya’dan söz etmemek olmaz. Ancak birkaç saat görebildiğimiz Amasya’yı kendi çektiğim fotoğraflar eşliğinde anlatmaya çalışacağım:

Amasya, Hititlerden zamanımıza kadar çok sayıda medeniyetin geliştiği, çok sayıda devletin egemenliğinde kaldığı bir yerleşim birimi. 1071’den sonra Türklerin egemenliğine girmiş ve Türk-İslam medeniyetine büyük katkılar sunmuş.

Selçuklulardan sonra Osmanlı devleti burayı yönetmeye başlamış. Çok sayıda şehzade burada yaşayarak tecrübe kazanmış. Bu nedenle Amasya’ya “Şehzadeler Şehri” deniyor.

Dünyanın ilk coğrafyacısı kabul edilen Strabon, kendi kentini şöyle anlatıyor: 

“… Benim kentim içinde İris (Yeşilırmak) nehrinin aktığı geniş ve derin bir vadide kurulmuştur. İnsan emeği buraya hem kent, hem kale karakterini kazandırmıştır. Çünkü burası çok yüksek ve sarp kayalardan oluşmakta ve bu kaya kütleleri dimdik bir biçimde nehre doğru inmektedir... Ve nehrin sahilinde kentin kurulmuş olduğu bölümünde bir duvar ve her iki tarafta da sivri tepelere doğru uzanan duvarlar vardır. Kayadan oluşan bu tepeler iki tane olup doğal bir şekilde muhteşem birer kule gibi yükselmektedir. Bu çevre içinde kralların hem sarayları hem de mezar anıtları bulunmaktadır. Her ne kadar şimdi bir eyalet ise de Amaseia (Amasya) bir zamanlar krallara aitti...”

 

A statue of a person at a table

AI-generated content may be incorrect.

 

Strabon’un Yeşilırmak kıyısındaki heykeli

Strabon’un yazdığı gibi; Sivas Suşehri’nden doğan Yeşilırmak Samsun’un Çarşamba kazasında deniz dökülür ve bu yolculuğu sırasında Amasya'dan geçer ve kent merkezini ikiye ayırır.

 

 

A building next to a body of water

AI-generated content may be incorrect.

Yeşilırmak

Yeşilırmak’ın kuzey kıyısındaki yamaçlarda çok sayıda kaya mezarı var. Pontus Kral Kaya Mezarları 2015 yılında UNESCO “Dünya Mirası Geçici Listesi” ne kabul edilmiş. Amasya’nın Pontus Krallığı’nın başkenti olmasıyla birlikte, dağın güney yamacına anıtsal kaya mezarları inşa edilmiştir. İlk beş Pontus kralına ait olan ve anıtsal ölçülerde düzenlenen mezarlar ana kayadan galerilerle ayrılarak U biçiminde oyulmuşlar. Kaya mezarları; dünyada kaya mezarı geleneğinin seçkin örnekleri arasında kabul edilir.

 

A cave building in a mountain

AI-generated content may be incorrect.

Kral mezarları

 

image.jpeg

Kaya mezarları ve Yeşilırmak kenarındaki Amasya’ya has evler.

Biraz da Alçak Köprü ’den söz edelim. Roma Devleti’nin Amasya’da hüküm sürdüğü dönemde Yeşilırmak üzerine inşa edilmiş, düzgün kesme taşlardan dört yüksek kemer üzerine yapılmış. Zamanla ayakları ırmağın içine gömülerek yalnızca köprü bölümü yüzeyde kalmış. Osmanlı Devleti döneminde yeniden inşa edilmiş. Günümüzde de kentin iki yakasını birbirine bağlamaya devam ediyor.

 

A bridge over a river with buildings in the background

AI-generated content may be incorrect.

Yeşilırmak, Alçak Köprü ve Amasya evleri.

 

Yeşilırmak kıyısında görülmeye değer çok güzel evler var. Kendine özgü mimari geleneğe sahip olan bu evler Osmanlı döneminde yapılmış ve günümüze kadar ulaşabilmiş. Bitişik şekilde sıralanan evler, haremlik ve selamlık olarak ayrılmıştır. Roma döneminden kalma surların üzerinde, ahşap malzemeden yapılmış ve beyaza boyanmış haliyle çok güzel bir görüntü sunuyor.

A river with houses on the side

AI-generated content may be incorrect.

Yalıboyu Evleri ve Yeşilırmak

Amasya'ya devam edeceğim; az sonra...

12 Şubat 2025 Çarşamba

 Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar zamanında farklı şehirlerde darüşşifâlar yapılmış. Bunlardan en eski olanı Kayseri'deki Gevher Nesibe Darüşşifâsı. Amasya'daki şifahane de Osmanlı öncesi yapılmış. Şerafettin Sabuncuoğlu  Amasya'da yaşadığı için onun şifahaneye onun adı verilmiş. 


Osmanlı döneminde 8 şifahane yapılmış; beşi İstanbul^da, diğerleri Edirne, Manisa ve Bursa'da Bunlardan en büyüğü İstanbul'daki Fatih Darrüşifâsı ama ne yazık ki depremlerle yıkılmış ve günümüze ulaşmamış. Edirne'de olanı ben de görmüştüm. 


6 sene önce Samsun'dan Kayseri'ye dönerken yolu uzattık ve Amasya'ya uğradık. Şerafettin Sabuncuoğlu Şifahanesini de o zaman gezdik, gördük. Sabuncuoğlu uzun yıllar bu şifahanede çalışmış.  Bina 2011'den bu yana Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi olarak hizmet veriyor. Cerrahiyyetü-l Haniye kitabındaki çizimlerden yola çıkarak yaptırılan 10 ayrı branştaki tıp ve cerrahi aletlerinin sergileniyor ve tedavi yöntemlerinin gösteriliyor. 

 

Sabuncuoğlu, en önemli eseri olan Cerrâhiyye-i İlhaniye'yi bitirdikten sonra İstanbul'a gitmiş ve eseri Fatih'e takdim etmiş. Kitabın en önemli özelliği, tıp tarihinde ilk defa cerrahî müdahaleleri gösteren minyatür tekniğinde yapılmış çeşitli resimler içermesi vesade bir Türkçe ile kaleme alınmış olmasıdır.


Mücerrebnâme onun bir diğer önemli eseridir. . İlk Türkçe deneysel tıp eseridir. Sabuncuoğlu bu eserde tıpta kullanılan ilaçları hazırlanış şekillerine (hap, merhem, şurup, toz, lavman, macun, yakı..) göre on yedi bölüm altında inceleyip bu ilaçları etki, endikasyon ve nasıl kullanılacağına göre düzenlemiştir. Bu ilaçları çeşitli hayvanlar, insanlar ve kendi üzerinde denemiştir


Erciyes Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü olarak bu eseri yeni yazıya çevirmiştik. Ben Ortopedi dalını ilgilendiren bölümü İlahiyat Fakültesinden eski yazıyı bilen bir arkadaşla beraber yazmıştım. 


Sevgili Nazmi'nin dediği gibi bazı hastalar şifahanelerde müzikle tadavi edilmeye çalışmış ama yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi ilaç ve cerrahi tedaviler de uygulanmış. Sabuncuöğlu'nun kitabinda uyguladığı cerrahi yöntemleri minyatürlerle anlatmaya çalışmış. 


Ekte benim çektiğim fotoğraflar ve bazı minyatürlerin görüntüleri var.